Parca parca geleceksin bana. Kolun, bacagin, gulusun, kisik kisik gozlerin. Elinin kemigi degecek sakaklarima. Bir bardagin kulubunda asili kalacak hayalin. Kitaplarimi toplarken birkac fotografin dusecek, gozyaslarim, piksel piksel.
Gecmisin hesabini ben tutuyorum. Bilmem neden. Sana caldigim sarkilardan biri bir sokak araliginda yakaliyor beni, oylece duruyorum. Bir kelime geciyor cumlelerimden birinde, bir kara bulut. Ne oldugunu anlamiyorum once, cumlelerimi geriye sarip beni neyin bozdugunu ariyorum. Sonra kelimelerden birinin vurgusunun belki, ya da bas harfinin, ya da o kelimenin pesinden gelen kelimeyle uyumunun tanidik oldugunu fark ediyorum. Biraz senden, biraz benden bir kelime, bir dil dokunusu, bir doku, boyle boyle yayiliyor gecmis. Bazen bir sandalyeye bakarken yakaliyorum kendimi. Alelade bir kafede, pencerenin yanina konmus bir sandalye, bos, eski, oturulmayi bekleyen. Iste o zaman gidip o sandalyeye oturuyorum. Ruzgarin ucurdugu tule surtuyorum yuzumu. Hangi sehirde olursam olayim tuller hep beyaz oluyor. Basimi onume dusurup birbirine kavusturdugum ellerime bakiyorum. Bazen yerde bir hali oluyor, cok renkli, sonra acik renkli parke, koyu renkli parke, kilimler, musambadan yapilmis sahte karolar, muntazam kesilmis gercek karolar...
Odamdaki pencereden karsi binanin kirecli duvarindan baska bir sey gozukmezdi halbuki. Neden o pencereyi o kadar cok sevdin? Kapa, usuyorum. Neden sigaranin isledigi tullerimi yikayip yikayip astin yerine? Birak, isli kalsin. Alisiyorum sigara icmene. Orada oyle comelip durma, al, su sandalyeye otur. Terliklerini giy, usutme. Bunyen zayif, yildizin alcak senin. Ben iyiyim. Merak etme beni. Sana olan ozlemimden ziyade gecmisin gercekligi uzerine kafa yoruyorum su sira. Turuncu cizgili tshirt'unu dusunuyorum. Utu cizgileri belli olurdu o tshirt'un. Altina acik renkli-sutlu kahve- keten pantolon giyerdin, sol elinde rengarenk bi bileklik, yuzunde sisli bi' tebessum olurdu hep. Bana gelmelerin, gitmelerin, yemek yemelerimiz, sarkilarina sarkilarimla karsilik veren bir ben. Ne kadari vardi? Hep mekanlari dusunuyorum. Seni mekanlarin icine oturtunca ancak varolduguna, bir yerde ve bir zamanda benimle beraber nefes alip vermis olduguna ikna edebiliyorum kendimi. Yola senden cikinca, yoldan cikiyorum hep, baska yerlere variyorum. Butunu olmayan, devamliligi olmayan kucuk anlardan olusan daginik bir harita cikiyor karsima. Bu kucuk anlar birbirine baglaniyor, baglaniyor ve baglaniyor. En sonunda beni cok sevdigin anlardan gecip asagilandigimi dusundugum anlara variyorum. Iste o an, hem senin hayalin, hem de seni hayal etmenin zevki bir pufle sonuveriyor. Eski bir sandalyenin ustunde otururken buluyorum kendimi. Pencereden gordugum agac dallarinin, kosusan cocuklarin, camdan bi' gokdelenin, sekilsiz bir bulutun vesaire vesaire ne goruyorsam iste, goruyorum, gordugumun farkina variyorum. Gozum golgeyle, icim ofkeyle doluyor, kalkip gidiyorum.
Bir askin olumunu izlemekten baska daha fazla ne aci verir insana? Bir kedi alip olmesini bekleyecegim, televizyonu acip savaslar izleyecegim, gunler ve gunler boyu dunyanin en guzel hikayelerini dokturecegim sayfalara, sonra gaz dokulecek ustlerine, bir de kibrit dusecek gozumden, babama uzun uzun kufredecek, icimi dokecegim, deneyecegim.
Mutsuz degilim, umutsuz da, ama neden diyorum hep. Kalp kolay acilmiyor. Bunu sen de biliyorsun. Kolay acilmayinca kolay da kapanmiyor tabi. Paslanmis bir kepenk gibi. Metalin cirtlak bir sesi var, gozumu, kulagimi, her yerimi yirtiyor.
Tuesday, December 25, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment