Sunday, October 7, 2007

ARA-ONLAR-NE OLDU?

ARA

Brokoli gibi bir şey ara vermek. Karnabahar gibi. İnce, zarif, sert ve keskin başlıyor. Parlak. Parmağınızı sürtseniz gıcırdayacak kadar temiz.

2 hafta.

15 gün sonunda toplu iğne başı kadar yeşil bir uç beliriyor. Bir tane daha. "Ara" etrafa yayılıyor. Yeşil yeşil birikiyor.

2 ay.

"Ara"yı haşlamaya kalkarsanız işiniz zor. Ara çabuk pişen bir şey çünkü. Dikkatli olmak lazım. Ben "ara"larımı genelde kaynar suya atıp başında bekliyorum. Çok değil 60 saniye o suda çığlık çığlığa pişiyorlar. Kevgirle özenle süzdüğüm "ara"ları içi buzlu soğuk su kabına koyuyorum. Unutmayın ki kaynar sudan çıkan "ara"lar pişmeye devam eder. Sıcağı durdurmak lazım. Buzlu suya koyuyorum. Sıcak hemen soğursa pişme duruyor. Alıyorum "ara"ları buzlu suya bırakıyorum. Ben ne kadar hızlı koyarsam koyayım suya yavaş giriyorlar sanki. Osuruğa benzer bir ses çıkıyor. "Ara"ların ifadeleri donuyor. Rahatlıyorum. Ama evde ne zamandır buz poşeti yok. Buz yok. Var aslında. Ama o derin silikonvari kaplardan buzu itekleyerek çıkarırken parmaklarım yaralanıyor.

3 ay.

2 hafta.

ONLAR

Ayla: Başkası olsa siktiri çekmiştim. Telefonlara çıkmamalar, kapıyı açmamalar. Ben sevmem böyle şeyleri. Urfa'ya bir bacağımı İstanbul'da bırakarak gittim. Hem biliyorum başına bir şey gelmedi. Yine girdi kendi içine, kendine sürtünüyor. Sürtündükçe canı yanıyor. Canı yandıkça hoşuna gidiyor. Ama durup düşündüm. Kırmızı halıya basıp kayması an meselesi. Zaten vücudunun sınırlarını bilmiyor, sehpaya dizlerini, kapılara dirseklerini çarpıyor. Düştü dedim bu herif. Ya kendi içine düştü ya da bildiğin düştü.

Kerem: Üç kez seviştik. Hep sabah saatlerinde aradı. Her seferinde başka şeyler buyurdu. Birinde sadece boynunu öpebiliyordum. Boşalmadı. Duş aldı. Gitmemi istedi. Üçüncüsü sertti. Boşalmadı. Kalmamı istedi. Duşa girdim. Çıktığımda uyumuştu. İkincisini hatırlamıyorum. O aramadıkça aramadım. Merak da etmedim.

Deniz: Urfa'ya gelmedi. O telefon konuşmasını çabuk kesmek zorundaydım ama sonra ne zaman aradıysam telefonlara çıkmadı. Fecri'yle problemlerimiz var. Çok paranoyak. Yeni biriyle tanıştım, Surten. Güzel elleri var. Ama işte ayağında siğil var. Ben urfa'ya giderken Surten de akdenizde bir yerlere gidecekti. Mesaj attım. "Güzel yüz (iki anlamlı). Mesajı Sürten'e değil yanlışlıkla ona atmışım. Normalde telefonlara çıkmayan, Ayla'yı bile çileden çıkaran adam cevap yazdı. "Güzel sik" (iki anlamlı). Küfürle aram yok. Aramızda en güzel ve en sık Ayla küfreder zaten. Ne yazacağımı şaşırdım.

NE OLDU?

Kabuklu böceklere basınca ani bir ses çıkar. Kimilerine göre bu ses "kırt" tır kimleri sesi "çıtırt" olarak duyar. Sesin fonetiği ve melodisi değişebilir. Ama değişmeyen bir şey vardır. Kabuklu böcek kokusu. Terlikle vurulanlar tozlu bir yapışkanlıkta 1 milyar yıl beklemiş çim ve kurt kokarlar. Çıplak ayakla ezilenlere ayakkabı içi ve biraz da ter kokusu karışır. Çocukluğumda bir koltuk vardı. Üçlü. Gri. Onun önünde yere oturur oynardım. Bazen birden oyunu keser hızlıca koltuğun arkasına giderdim. Orada beni bekliyor olurdu. Parlak, açık yeşil. Kendi terliğimle vurmak istemezdim. Annemin terliğini alırdım. O kadar hızlı vururdum ki terliğin döşemeyi öpme sesi kabuklu böceğin ölüm sesini bastırırdı. Annem mutfakta süt kaynatıyor olurdu hep. Kaynayan süt kokusuna yeşil kabuklu böcek kokusu karışınca oyun oynamayı kesip hayata küserdim. Haftada iki kere olurdu. Annem çok kızardı. Pencereler açılır, oda spreyleri sıkılırdı ama o koku bir kere onu duyana kendini hep duyururdu. Lavanta kokusunu kenara iter, burna girer, yeşil yeşil kokardı.

Tatil dönüşünde evde o yeşil böceklerden buldum bir tane. Elime aldım. Bacaklarının hareketi parmaklarımı gıdıklayıp kaşıdı. Yere geri koydum. Hemen ters döndü. Durdu, bekledi. Parmaklarımı kokladım. Koku ben eski evimizde oyun oynamayı reddeder halime çok yakınmışım gibi parmaklarımdaydı. Küçücük bir yeri işgal etmişti ama çok yoğundu. Boş bir kahve kavanozu getirdim. Yeşil kabuk gitmemden yararlanıp kendini düzeltip yürümeye başlamıştı. Yakaladım. Aynı parmaklarımla. Koku aynı yerde kalsın istiyordum. Kavanoza koydum. Her gün yeni bir tanesi çıkıyordu. Kavanoza koyuyurdum. Kimileri ölüyor renginin canlılığını kaybediyordu. Ben kavanoza koymaya devam ediyordum. Annemi çok özlemiştim. Kerem var olmayan protez bacağım gibiydi. Ayla'yı görmesem aklıma gelmezdi. Deniz başkasına atacağı mesajı bana atıyordu. Güzel at (iki anlamlı). Kavanoz doldu. Süt kaynattım. Yarısından fazlası ölü onlarca böceği salonun ortasına döküp çıplak ayakla üzerlerinden geçtim. Tabanlarım kıtırdıyor gibi böcekler ezildi. Onlar ezildi benim tabanlarım kıtırdadı.Kıtır kıtır. Yeşil bir bulamaç, yapış yapış, ayağımın altında, alçı gibi, fesleğenli makarna sosu gibi, iğrenç gibi. Koku evdeki ikinci kişiydi. Süt taştı. Ocak söndü. Yapış yapış çıplak ayaklarımla mutfağa gittim. Ocağı kapattım. Bazen öğürecek gibi oluyordum ama gözlerimi kapatıp serin bir su birikintisi düşünmek midemi yatıştırıyordu. Sonraki haftalar boyunca kokladım, uyudum, oynadım, yazdım. Az yemek yedim. Salonun ortasındaki yeşil pasta kararmaya başladı. Apartman görevlisi gazete bırakmamaya başladı. Kapı çalmamaya başladı. Telefonun fişini taktım.

Uzun bir temizlik.

Limon çiçeklerinden çıkarılmış esanslar.

Bergamot.

Hışır hışır lavanta tarlaları.

Kokusu perdelerden çıkmayan tütsüler.

İnsan teri.

Kedi salyası.

Her şeyi denedim. Midemi yıkatır gibi burnumu yıkatmak istiyordum. Koku hafızasını silmek mümkün müdür? Kestaneler pişerkenki yanık kokusu akıldan gider mi? Yeşil koku yakamı bırakır mı? Araştırdım. Okudum. Koku yatıştı. Eve gelenlere dokunmadı. Beni tam olarak bırakmadı. Hep oynadığım oyunu yarı bırakıp düşünmeden koltuğun arkasına gidip annemin terliğini yere hışımla indirir gibiyim. Ses değişir. Ama koku değişmez. 3 ay iki hafta geçer. Koku geçmez.