Monday, December 14, 2009

rahle

yorgunlugunda buyuk bir tezahurat, sanki daha once kimseyle konusmamais gibi, dudklarini ardina kadar aciyor, icinden ne dokulecegi kimsenin umrunda deil, bir koca dunya tukurse yeridir, ustunde yesil kucuk petekleri olan, bu muzigin ritmine ayak uyduramadigindan belki bastan beri hep gitmeyi dusunuyordu, kimsenin dediklerini kulak asmadan, astigi kadariyla kulaklari zaten asagilara cekilmisti, onunde ordugu bu tablo, aniden o duvara asilmis, icerideki odadan geln aglak cociuuk sesleri kesilmisti, az sonra dedi, bir ototbus cevirip bu sehirden gidebilirim, yanima almam gerekenler kadar arkamda birakmama gerekelnlerun dengesine bakarak hayatin muhasebesi yapilabilir mi? sanki burnum su an kanasa, bir damarim catlamis gibi, burnumun kendisi yzumun ortasinda aniden belirmis bir damar gibi catlasa ve kan, bende durmasa, benden dusman topragindan kacar gibi kacsa kan, aksa aksa, alyuvarlarim ve akuvarlarim el ele, hayatin muhasabesi, bu kan havuzu, mutfak lavabosunda, aglanabilir mi boyle?

otel odalarinda uyandim, bes yil oyunca buldugum kagitlara yazdim sana olan sozumu. bazen bo kagida bos gozlerle bakiyor, iki bosluk arasinda uzanan mesafeyi sessizlikle olcuyordum, gelmeyecegini bilerek cogunlukla tiklanan kapilari actim, yorgun yorgun, sol ayagimda corabimin teki hep mor, sag ayagimda tahristen killarim dokulmustu, iki ayagim, bir pabuc ve bu oda

tuttugum oruc gibi

her aksam yediklerimi sabaha kusuyorum
ve her sabah bir bardak sutte
donup duran kornflex halkalarinda
beni goturdugun lunaparklardaki balerinleri hatirliyorum

eve donerken, minubuste elindeki koyu pembe posete her bir tumsekte mideni birakiyordun. bize bakan tum yolcukarin kendilerinden umudu yoktu, cami yorgunuydu hepsi, biyikli adam yorgunuydu ve yorgan altlarinda umutsuzluk yesertiyorlardi. dogumhanelerin soguklugu, bir olu derinin yagmurla dokulusu gibi, ustume yapismis, elinin degdini yerden gunes isiyor ve gunun sicakligi her yanima yayiliyor, pencereyi ac.

saat 6, martilar var, martilarin dinazorlardan geldigini soyluyorsun, bir ansiklopedide okudum, oyle diyor online ansiklopedilere adini yazdigimda karsima es anlamli kelimelerin cikiyor: olum, kurabiye, rezene cayi, ayetelkursi, lehim, rehale, testesteron. yatagin basindaki yukseltide, kendini kendine kaldirip, bir havuza atlar gibi bana atladigini hatirliyorum sonra, gozlerimi kapayarak sana acikiyordum, sualsiz dolasiyordun icimde, karanlik yalnizca bir muglaklikti ikimiz icin, kimin kimi sevdigini bilirdik. her zaman.

tutunamadigim anlarda, boyaci mahallesinden dukkanlara girip acik pembe boyalar aliyorum, burda durum biraz farkli, sen rengi istiyorsun, adamin biri temel renkleri bir makineye koyup karistirip en seninde senin istedigin rengi sana veriyor. renk sihirbazi eve yurudum yine, kapiyi ve pencereleri kapatim, boya kutusunun lehimli kapagini actim, boyanin kokusu cigerlerime doldu tabi, ilk yaz, turkuaz, acik pembe, bu pembe, o minibus, mavilikler, bir tumsek, hopppppppp
boya elimden duvarlara dokuluyordu, kosar gibi, yaz gibi, otlar arasinda kosup bir an camura dusmek, yitirdigin umudunu saklambac oynarken sana arkasini donmus olarak bulmak gibi, bu renklerde sanki bir baska adamin silueti sakliydi, gizem kendiliginden doguyordu ellerimi duvara surdukce, armaklarim arasinda yayilan bu viciklik, nefes aldikca isiniyor, ve parmaklarim duvarla dovustukce boya da senin suretin beliriyordu
odanin ortasinda durdum, silahimi cikardim

dan dan dan!

duvarlar delik desik oldu.

yan komsulardan biri, uc dakikayii bulmadan kapiya vurdu, vurma kapima, cek git, sesimi duyan kadin sonmus balon gibi buzustu ve koridorda yok oldu, kapiyi actim, koridor her zamanki yerinde, yerlerde haliflex, ferini kaybetmis bir floresan. ellerimden talas gibi dokuluyordu boya, mavi pembe koridor hayalleri, kafami duvara dayayip bir daha dedim
hadi bir daha dusun, boyasana bastan basa!!!

ayetel kursi okunuyor kapiardan birinin ardinda, aglayan cocuklarin hepsini susturmuslar. bizleri konusturmadiklari icin boyle olmadik mi zaten? camide en arka siralara atildigimda hayatimin anlamini imama yaklastikca cozecegimi dusunurdum. onun dikildigi rahlenin gercekligi oyle yakiciydi ki ve ben ordan tam 500 culus uzaktaydim, 19 derste yedibin besyuz arapca kelime okuyarak alfabesyi cozebiliyor, anlami unutuyordum. sorulmazdi cunku, soramazdin, kader cizilmisti ve eger kaderi birisi senin icin cizdiyse ve kurulmus bir robot gibi tumsekleri ine cika kusmani izliyorduysa biri, burdaki adalet nerdeydi? yakacagini bile bile yaratir miydi beni? bastan mi kotuydum ve nasil bir baliktim ben? agzima taktigin oltayla indirip kaldiriyorsun beni, denize sokup cikariyorsun, sapsalim. kadinlardan biri kapiyi aciyor, haaaaaaa diye onu korkutuyorum kadin iceri kaciyor, oyle temiz ki her sey, bu apartman koridoru gordugum en izole yer. camdan yapilmis gibi, kum gibi, berrak, kapi kilitleri gelecege cevriliyor.
bir babanin genis goguskafesinde buyuyen tuyler arasinda yatirip uyutun beni, kac cocuk dogabilir bir adamdan. sabahlari bir kakrarlilik vecdesi olarak uyanir, varligi kutsal bir anahtar, nimet, ayati kerime, yuzusuyu hurmetine yasanabilir. islak eti, kuru carsaflara degdiginde, soguk, morg gibi, sicaklik catlayan surahiden yayilan su gibi yayiliyor yataga. bu keskin kehribar kokusu, koltuk altlarinin duzenbilmezligi, kendine donen tuyler, iskarpinlerine yagmur dusen, gunes, ugultu olup gozlerinden siziyor. kadin yataga usulca yaklasir, kerime, en nadirinden, kendini midye gibi aciyor, incisi pespembe.

haaaaaaa! yine korkuyorlar. ha ha ha!!! korkuyorlar. ha ha ha! agzimi acip acip nefesimi ufluyorum. kendimi biraz kaybettigimi bilsinler yeter, bu onlara yeter. kapilarinin kilitlerini keskin bir balta gibi indirirler, kilitli odalarda pencereler hep acik, bir bahar yorgunlugu, kimseyi tanimadan iceri uzaniyor, aglayan bir bebek elini uuzattiginda bogum bogum ruzgari tututyor,
tuvaletlerde taze sicilmis bpok kokusu koridorlardan boaca deliklerin ve sehrin meydanlarina doluyor, deniz yorgunlugundan yosun tutmuyor, kiremit rengi catilarda, tislayarak turuyen kediler, gozlerini iceri cevirerek, mide bulantilariyla intihar ediyorlar, bu sabah semsiyelerin ustu kedi lesi, cop torbalarinda kedi baslari, patiler ve keik tirnaklar buldular, copculere cesaretleri icin bes yuz bin lira daha maas veren belediye meclisinin butun uyeleri cuma namazindan cikarken kendilerine uzatilan mikrofonlara aciklamalarda bulundular: kedileri biz toplattik, halkimizin huzuru ve guveni icin. kediler, kenidlerinden beklenmeyecek olcude vahsilesmiler, olur olmadik koselerde vatandaslarimizi cirmiklayip kuduza mahal vermislerdi.
sonra bir kumral tufek kapialrdan birinden basini cikartti, koridorun en sonundaki o geniz kapinin sundurmasinda bir kamis gibi beliren bu kumral tahta bedenli demir basin agzima yonelmesi basimi o yone cevirdim, kapi biraz daha aralandi, biraz daha, koridor giciritla genisledi, bir tislamayla buzustu, kapi kanatlarindan kopabilir, vidalar ucabilir. nefretimi mi kaybediyorum, bu dakikada? merminin soguklugu var, bir mermi bu masanin ustunde, baksa bir mermi cop posetindeki kedinin gogsunde ve baska bir mermi babamin sol omzunda..kaaaaannnnnnnnnn, akiyor, oyle akiyordu ki, gece 1di, bir yaz aksami, asfalt yolda yakamoz gibi yuruyordum ve az once bir otobuse en sevdigim seyi kendi ellerimle koyup onu benden uzaga gondermistim, burnum yere degiyordu ki kose basindan gozleri ice kacmis o kiz cikageldi, omuzlarimdan beni tutup kaldirdi ve bir kahvehanenin sokaga atilmis masalarindan birine oturtu beni, bak dedi, bu cay bunu iceceksin, bu da sigara, cigerine cekeceksin, bu da benim agzim, sabaha kadar konusacagiz, gozlerin, kendini kapatacak, kelime, sus, hadi konus..
anlatmaya basladim, hayal edebildigim olcude yasama inancim oldugunu soyledim once, bazen parmaklarima hakim olamiyordum, onlar asfalt yolda benden once yuruyorlardi ve ben parmaklarima kosarak buyuyordum ve bazen bir rahlenin ustunde cansiz buludyordum kendimi, aysiz gecelerde, agzima olur olmaz bir siir yapisiyordu ve ben suya ufluyordum bu siiri, siir tam bes kelimeden, ve her bir kelime de uc heceden olusuyordu. carpip boldukce bir seyler oluyordu, yani neyi carpip bolsen zaten bir rakam, bir kelime, bir aks bulurdu iste seni

surmanset ismini gazetelerde gormustum, gazatenin matbu korkusu sirayet etmisti gogsume, bukleli gomlegimin dugmelerini bir bir cozdum, dugmeler parmaklarimda yumusuyor, omuzlarimda tuyler var, keyifsiz, basibos tuyler bunlar, gogsum daha karanlik, gobek deligimin etrafinda sadelesiyorlar, dokunabilir misin? arkamdaki lavaboda akan su oyle sicak ki, birkac dakikaya kalmaz aynalar bugulaniyor, yuzum nemleniyor, koltuk altlarin puslaniyor, elimi gogsume attigimda pamuk deryasi icinde kuma deger gibi yuruyor etim, tekduze dusunuyorum, dislerimin caprazligindaki melodi, bu sert kemanlar, bir daha, bir daha, su gicirdiyor, bana gir, gir hadi, irinini ufle, en sakil dinleyicinim ben, ayak parmaklarim, ayak parmaklarim yaniyor! bu su, zemzem, oyle kutsal ve nice nehirlerden toplanip bu beyaz karolu metrekarelerde beni buluyor, ufle adimi, yalniz ben duyabilirim nemin tatli tuzunu, dilim dudaklarimda, baldirlarimda, boynumda dolaniyor, egilip kendimi yaliyorum, kendi kendime ask madalyalari veriyorum dilimle, emmek, bir surahinin kafasini emer gibi, ya da bir cocugun parmagini, hepimiz bir yerden tasiyorduk, bu ormandan, gokdelenlerden, balkon koselerinden, mutfak tezgahlarindan, santiyelerden, tamirhanelerden, venzelerden, tum sehre yagmur kul gibi dusuyordu, bir yanardagin eteginde hic yanmadan yasiyorduk biz.
vakti geldi, kapinin ardindan metal burnunu cikarak bu davete hayir denebilir mi?
uc kursun, bec hece, bir siir.

dan dan dan

bu-la-ma-di-lar

olumu.

haydi, ha bire, haydi, yuru, yalniz apman gereken bir adimini digerinin onune atmak. yalnizca yuru, sirtina kirbac indirecegiz biz, bu kirbac tutkuyu hatirlatmak icin. mahremiyetine goz yumacagiz, bilecegiz ki bir duzene gebesin. aklinin basinda oldugu bir an dogurmana izin verecegiz, senin kurallarinla degil, bizim desturumuzla. yasalar yaptik, magaralarda yarasalar vardi, hepsini kovduk atesle, en cok atesten korktular ve suya sarildilar, kursunu bir dua gibi tasidilar yanlarinda, dudaklarinda metalin soguklugu kaymak tutmus sut gibi titrediler karsimizda, biz onlara olumu cok gorduk, onlardan calip olumu sana getirdik, ve sonra hukmettik ki sendeki dil kesilmli, bu beyaz carsafi serdik ayaklarinin altina, basparmaginin ve omzunun ustundeki nahos killarin hepsi kesildi, uyuken tiras ettik seni, meme uclarini yarasalara emdirdik, ve gobek deligini bir tutam camurla kapadik, yumurtaliklarina gulyagi serptik, simdi dislerini sik, kafani urganla saracagiz, gozlerini acik birakmak istiyoruz cunku hicbir cinayet taniksiz olmaz.

mumlar yakmislardi, odanin her kosesinde yanmaktan egilmis mumlar bana bakiyor bizi ufle diyorlardi, ufle ve daha fazla egilmeyelim. gidip mumlari ufledim, huzurla sonduler, karanliga gullumsedim, elim kendiliginden vucudumda dolasiyordu, bir islaklik hissettim, sipirti, damlalar hickirik gibi dusuyordu yere, ayakparmaklarima sicak bulasti. yapis yapis yere yapisiyorum, gece ne sicak, pencere acik, ve pencereden bogum bogum bebekler dusuyor odaya, bebekler ki tuylu baslariyla miyavliyorlar ve siyah posetlerinden kursunlar cikariyorlardi.

sair durdu ve dedi ki

rahlede olum.

No comments: