Wednesday, December 31, 2008

genc oglanlar cemberi

yine bir
yine bir kelebek kanadinda
onlarca nokta
don siyah pembe
haleler cizip.

goreli tarihinin
mahzeninde gizledin
o genc oglanlarin
yuzlerinde
ay
yildiz goguslerinde
bir kilometre oteden sayiliyor disleri
oyle beyaz ve parlaklar
hicbir sey giymiyorlar ustlerine
guluslerinde mavi bir bulut asili
optukce dagiliyorlar.

atese veren
koy yakan
gunes vuran bu ordunun
genc oglanlari
cember cember
getiriyor olumu
ellerinde
ka
las
ni
koflar
gece goruslu gozlukleri

ama bu gece
gorunecek bir sey yok
tum tarlalar olu
kostebekler toprak altinda
cekirgeler ziplamiyor
circir bocekleri hepten sessiz
kislalarin ustune kar dusuyor
olu, sari bir isik suzuluyor pencereden
her bir kar tanesi
gumburdeyerek,
radarda gorulmeyen o ucaktan
birakilan bombalar gibi
gumburdeyerek
dusuyor.
bu cizdiginiz cemberlerde
insan yurudu
nefes aldi
beli bukuldu
cemberlerinize teget gecerek sevistiler butun
iniltilerini duymadiniz hic
cunku onlar sevisirken hic inlemediler.

Tuesday, December 30, 2008

apartheid
yigit
siirt
babasini
anasini
ve tum kiz kardeslerini
gozunun onunde
oldurduler
askerler
sokaklardan
tanklar gecirip
isigin onune
dizdiler
apartheid
yigit
siirt'ten
istanbul'a
lahmacuncu ali'nin
mutfagina
yufka acarak
siparis
dagitarak
sokak sokak
apartheid
yigit
siirt
elinde lahmacun
bir gun yol
ortasinda
bir ceylan gordu
gozleri acildi kocaman
ceylanin ardinda isik
ceylan durdu, yigite konustu
"yigit, derime
attiklari centiklerde
bir orman buyuyor
cam agaclari,
kozalaklar,
ugur bocekleri"
apartheid
siirt
yigit
oldugu yere
yigildi
yoldan gecenler
once bakmadilar,
sonra alip
hastaneye goturen
oldu.
yigit bir nefesle
uyandiginda
hastane koridorlarinda
hemsiler
sessiz
kozalak topluyordu
yigit carsafa dolandi
mermere degdi
koridorlara dokundu
hastane bahcesinde
dumanlar
icinde
kesik ceylan
baslari,
mermiler
merdivenler ustunde
cam igneleri
surungenler
tumden bir generalin
son cumleleri:
"isiga iyice bakin, bu onu son gorusunuz
ahirlara yuruyun
kapilari kapatin
kulaklarinizi da"
apartheid
yigit
siirt
yigit bir daha
hic konusmadi.

Monday, December 29, 2008

rejected

knock
knoc
no

Sunday, December 28, 2008

aldigin horman haplari
seni ne kadar kadin yapiyorsa
beni o kadar sair yapiyor
yazigim bu satirlar

yasamak icin
inanmali
sen bir kadinsin en guzelinden.
ben de bir sair.

Saturday, December 27, 2008

escinsel siir

bir bir
yine yine
hep hep
yeni gune
yine ben
escinsel.
once you were all dead
and
once
I was all alive
under the sun.
do Not
dare to
edit
the pain of others
it is all
yours
o kedi yalnizliktan oldu

Friday, December 26, 2008

one dogru cizilen hayat

oldugundan oldugundan ve niceleri
geride bir cocuk mor isiklar altinda
basinda bir sapka
ustu ciplak
tum bu mavilik oyle tanidik
yukari dogru cikasim geliyr
biliyorum ardimdan yuruyecek
tum bu disko muziginin tantanasi dinecek biraz
simdi gel
hadi
cizgili gomlegini hicbir zaman sevmeyecegim
benimle bulustugun zamanlarda giyeceksin bu gomlegi
nefret edecegim
edecegim
edecegim
gumus toplar gibi ellerim
gogsunde dolaniyor simdi
bu kacinci dinlemedigimiz sarki
on dudagin parildiyor
kimseler burda bizi goremez
annen de yok
baban da yok
oyle cok seviyorsun beni
bu bir ilk
hem senin icin hem benim icin
ve asik olma ihtimalinden
cok uzaktayim
az sonra bir taksi cevirecegiz
sessizce ellerimi tutacaksin
ve yine az sonra karmakarisik odama ulastigimizda
ayaklarina donlarim, tshirtlerim, kazaklarim takilacak.
olsun
yatagin ustune dusuver
her seyi cikar ama donun kalsin
ben de cikarmayacagim
dans eder gibi konusup sevisecegiz
ama hic
hic
hic
hic
gelmeyecegiz
geriye tek bir canli kalacak:
ben
hala hayallerimde
hala
bir sehirde dolaniyorsun

Thursday, December 25, 2008

kapiyi actiginda
karsisinda cirilciplak onu gordu
yesil bir yaprak tutuyordu elinde
ipekbocekleri kemirmis uclarini
gozunden birkac damla suzuluyor
e neden
simdi bu saate ve daha gunes bile dogmamisken
ama gunes
bize hic sormuyor
ve benim gozyasimin debisi
aktigim yataklarda
biraktigim taslar
kuru yaz ilk vurdugunda
once sularin cekilir, gozyasin
catlak topraklarim kaliyor geriye
keske
keske
yaz hic olmasaydi
o agustos ayi
o ucak
o mavilikte
ucup ucup ucup giderken yasadigim sehirden cok uzaga
keske arkada kalan sen olmasaydin

napacaksin
.
do-la-ni-yor
onunden kan akiyor
flamingo tarlalari
donen mevleviler
ali
ne olursan ol gel
bacaklarimin arasi senin yerin
dum
duz
sabaha kadar

sanki yok
yok sanki
yok sanki
sanki gunes
eriyor icime
alti metre icimde bir siir sakli
uzaniyorken siirime
uzaniyorken
tum yastiklara konan olu baslari
kenevir bitleri
eczaneler
sessizlige gomulu bu yataktan
kalkamayacagimdan korkuyorum
gecenin acik bir yara gibi sokuldugu bu sabahta
sehir ikimizin kayip cocuklugu gibi
sokak sokak sokak
aradigim
yalnizca
bu var elimizde
kesik parmak baslari
dikilemeyen
ben
geriye birakilan
bir
ve
tek.

Wednesday, December 24, 2008

duymuyor duymuyor
kemanlara vuruyorum basimi
nasi yayli yayli geriniyorum
ruyamda gordugum butun bu olu kedilerin baslarini
kuyulara gomup kacan
anneler
sokak ortasindan
yildizlara
bir omur cizen.
her sey bitiyor
ve ben bir benim geri kalan
kimse bilmiyor
kabugumun kalinligi bes santim
ice dogru disa dogru aciliyor kanatlarim
baslarina asker dikiyorlar
olur da icimdeki o cani uyanir
itiraf eder diye erkekligini
yakip yiktiklarindan eflatun
zuhrevi bir isik yukseliyor
kimsenin gormek istemedigi
sanki maymunlarin avuc iclerinde sakladigi hafiza
sustukca deniz
atlar atlar
nallarindan atesler sacarak
gozkapaklarimizin ustunden geciyorlar
kimse bilmiyor
gectikleri otlaklara iz biraka
biraka
biraka
biraka
gumus tepsiler ustunde kalbini gordugumu.

Cock

ihtiyaclarim
ihtiyaclarim
ac ac ac!
cock adli ibne barinda
aralik basi, ilk cumartesi
on dolar giris
ihtiyaclarim, ac ac ac!
saat 12 olmadi
icerisi doluyor
ust kat, alt kat, tuvaletler
her yer erkek kokuyor
sarap ve bira
sigarayi biraktim
siyah tshirtli bir cocuk bana bakiyor
burnu kemerli, yuzu kemikli
fazla uzun boylu degil
bir sey demeye cekiniyorum
kararttikca karartiyorlar odalari
kimse dans etmiyor
calan sey de dans muzigi degil zaten
bilmedigim bir muzik
kapi acilip kapaniyor
yeni yeni insanlar
ihtiyaci, ac ac ac
baska bir cocuk baska bir koseden
guluyor
kalabaliga giriyor
pesinden kalabaliga giriyorum
gulumsuyor yeniden
eliyle onumu tutuyor, belimi tutuyor
guluyorum
kendime cekiyorum, opuyorum
onumde egiliyor
baska eller ceplerimde, baldirlarimda
diz kapaklarimda dolaniyor
fermuarimi aciyor, agzina giriyorum
ihtiyacim, ac ac ac!
az sonra kaybediyorum onu
icine girip ciktigim agiz karanlikta yitiyor
onume bakiyorum
onumden bir isik yukseliyor
olgun, sari bir isik
genclik isigi.
perdenin orta yerine
sigarasini dayadi
actigi deliklere
gozlerini dayadi
sehre oylece bakti
gunes gozlerini aliyor
en ozledigi sey bu
isik
ve duymayi en istedigi ses
birbiri ustune kapanan
dalgalarin sesi.

veli

hickimseden cekmedi
birinci tekil sahsindan cektigi kadar.
ne elinde
nasir
ne sedef ayaginda
okumus cocuktu keza.

Tuesday, December 23, 2008

binlerce ses
duyuluyor geceleri
yildizlari bir bir toplamislar
oyle karanlik gokyuzu
ve sanki butun kopeklerin agzini baglamislar
cit cikmiyor
bu koy,
gorduklerimiz arasinda en yakilmisi
cenesi en dagitilmisi
kiremitler kirik disler gibi etrafa sacilmis
ve su verenlerin hepsi sudan kesilmis
sut verenlerin sutten kesildigi gibi
tum genc erkekleri goturmusler
kadinlarin
cocuklarin
gozleri kapali
ac demedikce acmiyorlar
siddet goz yakiyor
otuzuncu yasgunumde
tokyo'da olacagim
sozum var
gokdelen tepelerinde
ayagimda kirmizi coraplar
kosturacagim.
otuzum,
yol ortaligim,
kendim,
nolur sen de gel!
bir fil burnu gibi erkekligi
bacak arasindan sarkiyordu
seninle su ictigimiz onca gun var
bu pembe karolu banyoda
ayaklarimizin ustundeki killara
sabunlu sular dusuyor.
kafan ayak parmaklarimiza
akip giden suya
gobek deligime
hafif hafif islanan o beyaz havluya bakiyor
kimden utaniyoruz?
istanbul'da, bu ogleustu
isigin pembe mavi vurdugu bu catikatinda
martilardan baska bir sey duyulmuyor.
bu mavi kieslowski mavisi
her nefes alisinda titreyen bir tuy bu film
senin hic gormedigin ve benim cok sevdigim
ustumuzde donlarimiz
kapi araliginda karsilikli uzaniyorken
aynaya vuran golgelerimiz her dakika
uzuyor.
calan telefonlarimizdan anliyoruz
birilerinin bizim icin telaslandigini
kac saattir gorunmez ve duyulmaz oldugumuzu.
bir de aksam ezani duvarlara vuruyor
sehir bizi
ait oldugumuz bu odadan
inimizden
iniltilerimizden
her yeni sevismenin bize getirdigi
o
mutlak butune varma anindan
disariya cagiriyor.
gidecek miyiz?
nereye? nereye?

bir gun daha, bir gun daha
birbirimizin icine bata cika
oyle cok sigara
hikayelerimiz
agzinin icine uzanan dilim yaniyor.
onlarca olu hayvan var
otoyol kenarinda
geyikler
kokarcalar
ortadan ikiye bolunmus bir kopek
kedi basi
olu hayvanlar arasindan
suruyoruz guneye dogru.
ay sayfamin ustunde
yanimda opemedigim bir erkek
gozleri yesil
sahipsiz sokak kopekleri ustune
sorular soran.
bir nar agaci gibi
uyuyor geceleri
icinde
parildayan bir seyler var.

Wednesday, December 10, 2008

teyemmum

zamani geldiginde
otel odasinin tokmagini cevirdi
ayakkabisini cekicekle giydi
kravatini doladi, kapidan cikti
sag omzuna toz konmus
kibarca silkiverdi o tozu
bana bakiyordu

"iste boyle, sen aciyorsun
ben giriyorum. daha ne istiyorsun ki.."

teyemmum!
aaaaaaaaaaaaaaa!
su yok, dolunle abdest alacagim
allahsiz!
ne dinliyorsun geceleri?
kepce kulaklarindan irin akiyor
beynin bile durmuyor, kafatasindan bana akiyor
neye karsi, ne bu curret bu celal?

her yeni girisinde
cigerime degerken
tok bir ses
ve erkek ve ikiyuzlu ve gri bir takim elbise
ne yuce kudret bu tam orta yerinde
aaaaaaaaaaaaaaaa!!!
ses etmeden cik kapidan
seninle degil, murekkep dokerek koreltecegim bu gozleri
ulkemin tum ac mahluklarina verecegim bu gotu
dininle
ulkenle
annenle
babanla
orta kulak iltahabinla ugrasmaktan biktim.

Monday, December 8, 2008

mermi mermi mermi mermi
ihtiyacim
ac ac ac!

iceri iceri
bogazimdan
kiprigimde dolun olu
op op op op gozlerimden
ihtiyacim: hush hush hush!

beyaz donun ustunde
belinde de deli kivrim
acidan ben bir eS
kokumde de sicanlar
kac
kac
kac!

hepsi yer mi yer mi yer mi
fark etmez ki
kac kac kac
gece gec, on on iki
yine yalniz
ac ac ac!
bulutlari
kirik ayna parcalari kadar
cilaladigi tirnaklari saniyor
jilet sursen acmiyor agzini
cikarip cikarip takiyor gozlerini
barbarella, gel yine, arkandan ruzgar dokecegim
birkac ihtiyar var tanismani istedigim
kimse su dokemiyor parcali ellerine
biraz bekle
dikkatle bak goreceksin
gozlerinde "allah" yaziyor

gel bize barbarella,
annemin haplarindan al
kanepenin ustunde kirmizi
kipkirmizi bir huzun oturuyor.
olur ya, beraber sallariz hamitin besigini
kocaninda sakli misirin sari duasi
kulagina hikayeler patlatacagim soz
iki elimiz hamitin pudrali gobeginde
isli tren istasyonlarinda dolanir gibi odalarda
bir televizyon anteninin keskin kosesine
sol gozumuzu sokarak
aglayacagiz.

gel barbarella,
bak ne kadar cok sey var yalniz yapilamayan.
o tuttugun el benim siir yazan elim
basparmagini soktugun sey gobek deligim
o golgeli odada
20 yas disim gibi cekemedigim hayalini
kelebek yakalar gibi kovaliyorum.

kayitlara gecsin diye soyluyorum bunu
pek cok koy yakildi sen burda yokken
pek cogumuzu diyarbakira surduler
polis abimi dovdu barbarella
babamin basina baltayla vurdular
iki bavula ve kucuk hasir bir sepete sigabiliyor hayat

isli trenlerin koridorlarinda akarken biz
pencereden gordugum bu ulke, islak teller, kestane agaclari
baska bir adamin hayali gibi
ulke nedir barbarella?

ben sadece simdi gidebilirim
sanki dusuk yeni bir gelin hayat
olebilirim.
koca bir ormanin orta yerinde devrilen o agac
bu boslukta gunes goren
daha ne kadar uzanabilirim goge barbarella
sen burda yokken?
bir bilinmeyenin orta yerinde bu anin
boynumda sevmedigim menekse kokusu
sari mor aciyorum kimseye sormadan
aralik 1, kis kendini herkesten sakliyor
kuru sokak golgelerinde yuruyenler
bilmiyor seni goturdugum bu japon barini
bizi sakelerin sakinlestirdigini
gunese yalinayak
toprak toplayarak
su cekerek burnumuzdan iceri
bu aksam, ne konustugumuz dil tanidik
ne dolandigimiz sokaklarda bayraklar sallaniyor

1. kendiliginden acilip kapanan muzik kutusunda
2. pembe etekli balerin bir kiz gibi
3. done done 360 derece
4. sehir meydaninin kenarindan kosesinden gecerek
5. sari koltuklu metronun en arka vagonuna kendimi biraktigimda
6. kucagimda bu defteri ve elimde bu tukenmez kalemi buldum!

sen hic yokmussun meger
megerse hepsi benim hayalimmis
boynuma asilan sey sag kolun degil, sari cantamin kemeriymis
meger butun sigaralari ben icmisim.

YOK-MUS-SUN, OL-MUS-SUN! geride kalan hayalinmis. hayalini yokmus olum, yokusa mulmus oyle, olumu hayal edip, yokus yolu gormus, ama ne kadar dedim ya, direnmismis, alt ceneme sahip cikip, soyleyecekmis, sarhos boyle, nasil hem de, bir sey diyecekmis, soz konusu kendimden, kendine laf geciremeyeceginden, elimde bu telefon ve tuslari...alo, hamit...alo...duyuyor musun beni? ses ver, kac ay oldu gorusmeyeli. domino tasi gibi dusuyorum ustume, devire devire, tesadufi..alo..hamit...biri goge yildiz tukurmus!
1.
denize minare dustu
megafondan ezan akiyor
ahtapotla balina imana geldi
tuz topluyor muminler

2.
sehrin herkesten gizledigi golgesi var
bana yalan soyledigi
trenler gecirecekti koprucuk kemiklerimden
cene cukurlarima camur gomecekti
sehrin golgesinde bir seytan bustu!

Sunday, December 7, 2008

Saturday, December 6, 2008

un doktu ustume
beyaz, bembeyaz geldim
tadi yok erkekligimin.

odanin musamba zemini
kagit pecetelerimiz yirtik ve islak
aksam gunesi ustumuzde
karsimda annemin menekse desenli tulu.

bu umutlu kuflu oda
islak tutun kokan
goguskafesinin ustunde daireler cizen dilim
gozlerin de kapali
tuz topluyorum cukurlarindan.
olup gitmeye korkuyorum aziz
goguskafesimin asagi tarafinda bir kus
oldurmeye korktuklarimizdan
ruya gormemeye calisiyorum.
nasil guzel yasiyorum bir bilsen
ruya gormeme gerek kalmiyor
ellerime merdane ver
sari sari acacagim gelecegi
kasim geldi, yapraklar dokuldu coktan
ama gunes hala aciyor.
her gun okunan bir dua'nin
elifiyim ben, nun'u sen, lam'i cim'i yok
yasiyoruz iste aziz en guzelinden

ter kokulu bir portakal agacinin koklerinde
kolum bacagim curumesin aziz
gozlerimde kurtcuklar gezmesin
ne cok kelime var okunacak
tadilmamis onca kahve cekirdegi
sonra sehre gelen belarus sirki
mermer merdivenleri annanemin silinmeyi bekleyen
yasiyoruz iste aziz en guzelinden.

grasshoppers

it is another country i live in far from yours. Winter light, sun smiles. December 8th. Soon after nothing is gonna left behind. They will find my dead body under the kitchen table.
I saw your blue eyes, as blue as Van Gogh nights. What you have but I dont? Where is this inferiority coming from?
Hamit, there is a vast emptiness in me. I touch myself with my hands, I am there for a moment, breathing, I see that I am touching myself with my own hands, you know, my fingers, all mine, 10 of them, I feel them, something happens, they fade away one after another.
All these voices, smiles, I am hearing grasshoppers in the middle of the day. I am waking up, looking for them. Grasshoppers are everywhere Hamit. They are calling my name. They want me go underground to live with them with no light, no sun light.
What's a country I think then. Where I am coming from and where I am going to? Mosques, houses, chambers, ferries: I am placing a whole country in me. I let everybody in. I let every structure in. Everyone who has a faith has to be in.
Many empty rooms in me with white walls.
Silence
Just a piece of it.
Silence
is the blue light leaking from my window.
Silence is your eyes.
Hamit, why did you leave me behind?
What's all these things about?
My fingers
grasshoppers
silence.

Monday, December 1, 2008

darmadagin

1.
belki dedi minur
ben seni belkilerle dogurdum
belki allah verecekti rizkini
belki baban birakip gitmezdi bizi
ve belki sen olursan devlet yardimi kesmezdi
sen dogdun, baban gitti, devlet kesti yardimi.

2.
ne kadarindan geriye kim kaliyor?
bak selim, onumuzde gorduklerimiz.

3.
oturdugu masaya oyle uzun baktimdi
gitti guvenligi cagirdi

atildigim kaldirimdan iceri bakiyorum simdi
camekan.
orada, hali vakti yerinde oturuyor
iyi mi hos mu
onum hala kabarik
gormuyor.

4.
selim oldukten sonra
mahallede cit cikmiyor
kirmizi kiremitlere carpiyor camiden tuten sela
yagmur isteksiz
harun amcanin bakkalinin kepenkleri kapali.

selimi insaattan asagi atan benim
dizlerini baglayip agzini kapadim
once havaya kaldirip sonra asagi biraktim
bunu senden baska kimse bilmiyor.

5.
shevaun bana uc turlu olumden bahsetti
olum bir: cennetse gordugun cennete gideceksin
olum iki: cehennem diyorsan, cehennemliksin
olum uc: koca bir bosluksa, koca bir bosluk olum
bu boslukta kucuk sari bir isik
limon kabugu kokusu, hafif
havada asili saliniyorken.

Monday, November 24, 2008

the ones i know not

ne oldugunu bilmedigim
den daha cok
yok olacagim dedi halil babasina
yamacin ucunda kuru bir dal
kadar dusecegim assagi
kirmizi bir hali
tutacak beni.

kendiden korkan cemiyete dogmuslugu
hinci kendi icine akan bir irmak basi
kirdikca kolu icinde kaliyor yeni
kac kez aldilar halil ser-zihnini alciya

kamyonun kasasina atlayamayan
ellerini ceplerinde buyutuveren
ses telinden elektrik geciremeyen
kendini bu ulusun hayrina verdi

basi beyaz bir dagin korucu kulubesi
halil kurt toplar gibi kesif ceset topluyor
her bir mor cesetin bravo'suna
yildiz dusuruyorlar
omuzlarina.

bismillahir

rahmanir

rahim

selam ver halil meleklerine
dizkapaklarinin ustunde ayaciklarin
bir elin allaha digeri millete
kar ustunde kirmizi lekeler biraktigin.
bir siir yaz
hic beklemedigim yerlerde karsima ciksin
tuvaleti acinca goreyim mesela
ayakkabimin altina yaz bir tane
yurudukce silinsin gelin adi gibi
bir digerini elime tutustur torpil diye
patlayadi patlayacak
beyaz sayfada murekkep lekesi
kezzab atip kacmis gibi
kendi icine eriyor kelimeler
gokyuzu yeniden kapaniyorken

bir siir yaz karsima ciksin
cesareti varsa
yagmur gibi camur gibi
hem ustume yapissin hem ayakkabimin kosesine
cimene sildigim kelimeler.

Sunday, November 23, 2008

Doğru.

Bak.

Bu benim derimin incecik bir zar olana kadar esneyebildiği yer.

Bu da etimin en yoğun olduğu mahal.

Bastırdığın zaman içinde kanlar, damarlar, sinirler ve oyma koltuk başlıkları fışkırma sesleri eşliğinde köşelerden köşe beğenemeyerek, ödlerinin kös kös oturup löp löp et olduğu anlara imrenerek, loblarının hop oturup hop çömelmesine için için yanarak tey tey tey, hadi oğluma tey, tey benim oğluma tey, güzel yüzlüm tey denile denile azıcık kıpırdıyorlar.

Çıkarman gereken gömleğin sanıyorsun.

 

Ama, çıkarman gereken ders:İçimde olup bitenleri bilseydin öptüğün yerlerde biten dudak izleri o kadar biterdi ki senden geriye sıfır kalır iteklemekten yorulan kollarım ve damar damar çıkan yeşil yeşil su kanalı insan derisinden yapılma ilk harita gül yüzümde öptüğün yerlerde biten gülleri kopartırken gül gül ölürdün.

 

Seni ve peygamberlerden birini düşününce içime oturan boşluk hissini görebilseydin, görememekten şikayet eder yine de giderdin.

 

Görevler:

 

Dili damağa yapıştır.

Ağzı aç.

Aç bebeğim daha çok aç.

Aferin.

Adımın ilk harifini söyle.

Söyle hadi söyle.

İnandırıcı ol.

İnanarak söyle.

Adımın ilk harfini bir gazete haberiymişçesine söyle.

Şimdi adımın ilk harfini annesi ölen birine taziye verir gibi söyle.

Damağınla dilinin münasebeti azaldığı anda kafanı çamaşır kurutma makinelerine sokacağız.

Dilin damağın iyice kuruyunca her biri birbirinden nem kapmak istercesine daha da birbirine yapışıp kırç kırç ve lık lık diye boşluk bırakacaklar.

O noktada senden adımın ilk harfini söylemeni terkar isteyeceğiz. Beceremediğin anda seni hiç öpülmemiş bir yerinden hiç tanımadığın biri öp öp öpecek.

 

Sonrası: Bunu akan suya anlat, sigaranı kolaya batır, üstüne bir damla neskafe koy, bir küçük kabak çekirdeğinin zarını – burası çok önemli yalnız, zarını, kendisini değil- sigara kağıdının sol kenarına iliştir. Bir nefes çek. Geri verme. Öyle bir kafa yapacak ki, bir gün beni sezme kabiliyeti sana verildiğinde bile mahalleye uğramaman gerektiğinin ayırdında olarak bu çalan ne yaaaa çok çok çok çok çok….. diyeceksin.

 

Hadi bakalım. Doğru yatağe. Yatağe gitmeyenlerin dil altına birer yaprak cezerye.

Ibnetorlar sizi.

Saturday, November 15, 2008

pencere demiri ardinda acan sey
bir bahar
kirmizi cicekler
adini bilmedigim.
Mehmet
masanin ustunde oturan
cirilciplak.
sol baldiri bal gibi
zemine akiyor.

sen gittiginden beri
parca parca boyle
zar zor topluyorum cenemi
yukari cenem sabit, asagiki saga sola kaciyor
sakizla tuttutuyorum birbirine.
cok zor inan bu cene hakimiyetsizligi.

gogus kafesimden iceri kahve bosaltmaya alistim sonra
merak edersen diye soyluyorum bunu
benden sonra ne yapiyorsun sorunun cevabi bu
gogus kafesimden iceri doktugum kahve
soya sutu
toz seker
iki kemik arasindan sokup elimi
kendimi karistirirken.


eski bi nazarlik gibi
tuttugun yosun
40 yil acmadigim o cekmecede
plastik posetlere sararak hayalini
oylece bir koseye koyup unuttugum
bazen ve hala ve sukur
ve inatci ve mumkun ve sahi
bir hayal gibi bu tahtali gemide
gicirdaya gidirdaya carpa-dur kiyiya
o kiyida ben, kum ustunden cibildak dikelirken
oyle pek yalniz ve gucsuz diyilim artik
bol bol ispanak yedim bir ara, bira ictim
duzustugum geceler de oldu
zaman sanirim ama, en sehvetle sevistigim vucutlu
cinsiyetsiz de.
her neyse, yosunlarindan bahsediyordum
ona doneyim
yosun tuttu artik o parlak kahverengi gozlerin
ama bu siire bak
bunu yazan parmaklarim
her bir reddedis gercek bir kabullenis
ve kaniti sanki gomulu ozlemin.
ogle yemegi ustune kalk bana gel
nane var
papatya var
kekik var
cay iceriz beraber
cekyatin ortusunu yeni serdim
ustune geriniriz.

duvarin kenarina gideriz
kimse pencereden gormeden bizi
birbirimizin ustunde biteriz
opusemeyiz ama korkudan.
komsu korkusu oldugu kadar
iki bedenin erkek olusu, bu korku.
pencere kenarinda zambak, zurafaboynu
vitrinde babamin kanyagi
berrak kahverengisinde aksamin
bir golge dusumu yakinim sana.

golgelerimiz sevissin, cinsiyetsiz onlar
onumuzdeki seytanlar, uyanana kadar.

korkma hamit
avucluyorum seni
damarlarin ayalarimda atiyor
ustumuzde bu catlak tavan
bu beyaz duvarli oda, ne sanssiz
degirmen tasinda mi ezilelim seviyorsak
tatli beyaz tenin yuzume bulasiyor.

Tuesday, November 11, 2008

birkac dost sesi duyup kendime geldim
bilgisayarin diger ucunda emre guldu
mikrofonu cizirdiyor
ali ile sarap ictik aksama dogru
ne daha iyi gelebilir bu aksam
sessizligin beton mabetini kiriyor
tum bu kahkahalar
her bir hecenin tadina vara vara
ve her bir kirmizi yudumda var olarak yeniden
yalniz kalmamak gerek
yeniden gorerek bunu
yalniz kalmamak gerek.
bu kisa yolculuk bana
kucuk
guzel bir siir verdi
ac ellerini
bu kucuk guzel siir
senin olsun
kendini, kendinden nefret ederek bir koseye birakip cekip gitti. arkasina bakmak icin nedeni yoktu, onunde uzanan yol nereye gidiyordu, bilmiyordu. dunyanin en guzel cumlelerini kurabilir, dorduncusune gelince tokezleyebilirdi. onundeki basi kalkmis arnavut kaldirimini gormedi, tasa carpti, yere kapaklandi. kendisinin ve kimsenin olan bedeni yerden bir gram toz kaldirmazken, burnunun hep kan gelen ayni deliginden bir iki koyu kirmizi damla geldi. sol elinin ayasi soyulmus, sag diz kapagi yolunmustu. yine mi? yine mi? arnavut kaldirimlarini birbirinden ayiran cizgilere bakti bir sure. yagmur yaginca su bu cizgilerden iceri kaciyor, yol yikaniyor, nefes aliyordu. hepsi buydu. bedenini saga cevirip sirt ustu kaldi. yol bombostu ve gokyuzu yoktu. salas bir ressam karakaleme baslamis, bir yol, bu yol ustunde uzanan bir adam ve bir iki kaldirim tasini kararsiz cizmis, sonra bu kagidi diger calakalemler dosyasina tikistirip yuruyup gitmisti. yok goge bakarken o ressamin gelip onu yerden kaldiracagini dusundu bir an. ressamin kucuk ellerine rastgele bulanmis kursun kalem karasi, kendi'nin ayalarindaki kanla bulustugunda kankardes olacaklardi. insan kardesini yar yolda birakip gitmez, tum eksik parcalari ite kaka da olsa cizer, bitirir, oyle giderdi. belki mukemmel ve derin degildi, ama tamdi. sorulardan uzakti, baskalarinin kusurlu butunlugunun bir parcasiydi en azindan. toprak zemin ustunde kanadi koparilmis bir sinek gibi kendi etrafinda 360 derece donup donup vizildamiyor, done done topragin yuzunu eritip en sonunda kendi erigi icinde toprak olmuyordu. topragi dusundu. bir dali ve bu daldan sarkan yapraklarin sari damarlarini dusundu ve sonra hemen unuttu. bugun baska bir piramit bulduklarini ogrenmisti gazetelerden, 118. piramit, ne kadar kucuk ya da buyuktu bu piramit? bunu dusundu ve hemen dusunce cumleciklerini siliverdi. bilgisayarinin basinda hergun acip acip kapadigi pencerelerin onunde duruyordu yeniden, acik pencerelerden birinden bir ruzgar esti, ruzgarin ne kokusu vardi, ne rengi. bu pencerelerden ne goruyorum ben diye dusunurken, kafasini onune egdi, tahta zemin ustunde siyah beyaz kablolar, corap tekleri, yastik yuzleri gordu. gozunden birkac damla yas geldi, gitti, geldi, gitti. ne dusunmesi gerektigini dusunup, tum dusunmesi ve dusunmemesi gerekenleri bundan sonra dusunmeyecegini soyleyip unuttu. sandalyeden hincla ve yine yenilecegini bilerek kalkti. odayi ikiye ayiran turuncu perdenin altindan gecip bir kasenin icine misir gevregi koydu. yeniden basliyordu iste, baslayan seyin basladigini icine yayilan tanimsiz bir duygudan anliyordu. ne diyordu ona bu duygu? kasim ayinda sehirde agaclar yapraklarini islak sokaklar uzerine dokerken, yollarda yuruyor, olumun ve gidisin bakir renginin guzelligine bakip bu sessiz olumu fotograflamak istiyordu, simdi, yeniden. ama nedendi, yeniden, nedendi? nereye gidiyordu tum bu yurudugu yollar?
baska bir hayatin mumkunlugu o kadar gorunurdu ki, her sey bu kadar mumkunse eger neden yapsindi. ozgurluk, en kaba tabiriyle sorumluluk, sorumluluk bicim, bicimse her seyi taniyip tanimladigindan olumun ta kendisini getiriyordu.
kendini sehrin sinema salonlarina kapatmayi dusundu, yapti da. bir filmin ardindan digeri bir digeri ve digeri uzanirken, ustune kapadigi koyun ceketi montunun altinda filmleri gormedigini baska baska seyler gordugunu dusundu. karanlik huzur getiriyordu kuskusuz, izlemek, o koltukta baska insanlara dirsek degdirerek oturmak, hicbir sey yapmiyor olsa da ona birsey yapiyor hissi verdiginden karanligin getirdigi huzur cogaliyor, cogaliyor ve gozlerine doluyordu. iste tam o anda film gorunmez oluyor, gozkapaklari kapaniyor, tekrar acildiginda bir baska karanlik salonda baska bir filmin kapanis jeneregini izlerken buluyordu kendini. buraya nasil gelmisti? bu sinema salonuna? cikis neredeydi? koltuklarin yaninda pirildayan sakin kirmizi isiklari takip ederek kendini disari atti. birkac ihtiyar adam tuvalete isemeye gidiyordu, onlari takip edip tuvalete gitti. parlak beyaz isiklar gozlerini aldi, pisuarin basinda uc yasli adam birbirlerine paralel ve kardesce iserlerken, aynadan bu uc adamin aksine bakti, ellerini yikadi. elleri suya carparken ve su oylece akip giderken, bir kelime, yalniz ve buyuk harflerle yazilmis bir kelime alninin orta yerine gelip oturdu: "IRADE".

Sunday, November 9, 2008

sadik ormana girdi 40 yil once
40 agac kesti her biri bir oluye.

rengarenk lunaparkta kaygan bir pist
arabalar carpistiriyor aliminyumdan
gogsunu carpip direksiyona
uzun sure nefes alamiyor
sadik’in yaninda kucuk bir cocuk
korkudan gozleri kocaman
cigerlerinin kapaklari acilarak yeniden
bir ormani alip alip geri verir gibi
ben ben ben ben
benden bir parca daha
kesip goturmek ister gibi
sam aksamlarinin buyulu gogu altinda
yildizlari sayarmis gozleri kapali
her bir yildiz icin uc kursun
nazar degmez sana sadik insallah
allahin adini diz
yukaridan asagi
a
l
l
a
h
soldan saga allah
ve asagidan yukari
kimden korkun olur ki bundan sonra
hangi dipsiz kuyunun basinda oylece dikelip.

kimsiksizin kimliksizligini sorusturan polisten
daha haysisetsiz memur iste su hademe
bir sandik oy pusulasini yakti diyorlar
topal kendi, muammer adi, fruka gazoz iciyor"

Monday, November 3, 2008

gabrielle

suyun icinde
ust kismi acilmis bi peynir tenekesi
tenekenin koseleri keskin
ama penir suyun icinde ve yumusak.
peynir degil de teneke kosesi olmak.
yukari dogru uzanan,
altin sarisi, parlak.
dokundugunda parmak kesen
kan akitan
pas kokan...

Tuesday, October 28, 2008

teravih vakti huseyinin guzelligi
koca cemaate fazla gelirdi de
secdeye uzananlar allahin adini degil
safini sik tutan huseyinin parmaklarini sayardi

huseyin annesine 'bir daha gitmem' dedi
annesi yedi sulalesi adina
oyle bir kukredi ki
huseyinin yuzu boz
cami yolunda toz kesildi kendi.

imam allah-u ekber derken
ve hep beraber duserken yesil halilar ustune
huseyin en arka safin en sol yalinda
oylece dikildi.

allah adina beli bukulenlerin
huseyinin guzel yuzune dikildi kamislari.
teravih sonrasi cevat aldi onu insaata
celil optu beyaz ellerini
ve suleyman yuzune bakmadan duzdu huseyini.

huseyin eve gelip
anne dedi, yok dedi, bir daha gitmem dedi
annesi o hisimla huseyini, kuran kursuna verdi.

Saturday, October 25, 2008

kirik metin

nefes alamadiginda tuvalete gidip sifonu cekiyordu. akip giden suyun ardindan oylece bakarken baldirlarina vuran bir titreme, kol tuylerinin dikenligi ve ayak bas parmaginin yarisi kirik tirnagi arasinda cizilen ucgenin beyaz karolar ustundeki hayali varligini dusundu bir an. basini klozetin temiz yanina vurdugunda burnundan fiskirabilecek kanin beyaz karolar ustunde birakacagi o kosesiz formu ve kendi yorgunlugunun bicimsizligini hangi zamandan devr almisti bilemedi. sag tarafindaki aynada basinin sag tarafinda beliren beyazlari gorunce, kendinden ve kendine yapabileceklerinin sinirsizligini fark ettiginden daha da korktu. korku bir kafanin ustunde biten tuydu, korku sonsuz yapabilmeler denizinde can yeleksiz yuzmekti, korku klozetin icine konmus o mavi tabletti. sifonu her cekiste, kendi bokunun goturen mavi suydu korku.
anne! bir aralik ayinda amsterdamin islak sokaklarinda dolanirken seni aradim. aralik 14. hep istedigin buydu, bu gunu, o mahkeme anini, evet hakim bey demeyi bekliyordun. ama yine de boyasi atiyordu ses tellerinin, bir duvar gibi, hala koca bir duvar gibi telefonun ote yaninda dikilirken buldozerler diye dusundum...sagindan solundan gecen buldozerler topuklarini titretirken, bundan boyle herkesten ve her seyden saklanacagini bile gore gidiyordun iste. yagmur daha da hizlandi. van gogh'un koyu laciverd tablolari arasinda dolandim, muzenin duvarina sag elimi dayadim. bakiyordum ama gormuyordum derler ya, bakiyordum ve gormuyordum iste: koyu mavi gecede kendi icine donen bir kac yildizin beyaz cemberleri ya da koca yesil bir tarla ustunde ortadan ikiye kirilmis basak toplayan kaba ayakkabili kadinlarin bildigi bir sey vardi da benden sakliyorlardi. neden anne? baldirlarimin bir an icin titredi, ustumde ince fitilli siyah kadife pantolonum ve herkesin gorunce dalga gectigi o siskin, kaz tuyu, trafik lambasi kirmizi montumun vardi, usuyordum. baldirlarim titredikce, gogus kafesim icinde acilip kapanan kalbimin varligini dusundum.

Saturday, October 18, 2008

ekim'de

hepimize
hava degisikligi diliyorum ya da incir receli.
taneleri ortadan ikiye kesilmeden, tok tok yapilmis
incir recelinin insana verdigi o buyulu tat! boyle
karanlik ve isli (sigara) odanin kasveti bir anda
dagiliveriyor, sanki bir lalesiniz de gunes gorunce
beyninizin butun kivrimlariyla acilivermis gibi. recelin
tarifini bilmiyorum, ama buldukca yiyorum. su anda bos
dolabimin arka tarafina cok el uzanir olmasin diye gomdugum
kavanozun icindeki incir taneleri gun gectikce azaliyor ve
ben her bir tanenin esit geldigi muhtemel mutlu gunu
dusleyerek bir dal sigara yakip bir bardak daha kahve koyup
basimi agritiyorum.

Wednesday, October 1, 2008

hicbir supheye yer birakmadan

masanin ustunde duran bicagi aldim. elerim titremiyordu, bi an icin bile ellerim titremeden masanin ustundeki bicaga uzandim. sol elim kafamin agrayan on kisminda dolaniyor. ileri geri parmaklarimi surttukce kafanmin daha cok isindigini fark ediyordum. goz kapaklarim her zamankinden daha buyuk sanki. saclarimda bir yumusama var, burnumun ici oyle dolu ki kendimi bi an icin biraksam her iki deligimden yere sahi bir osmanli cesmesinden kan bosalacak. hafifce ileri geri sallanirken, sag elimin tutundugu konsulun ustundeki toz zerrelerine, acik pencereden odaya sizan mavi isik huzmesine ve arkamdaki kapi araliginda hicbir seyden habersiz uzanan kopegin inip kalkan gobegindeki gizli ritme bakiyorum. bu bicagin ve su anin gecmisle, gelecekle, ben ve beni ayiran seylerle bagini kestirmem pek mumkin degil. keskin objelerden, keskin laflardan ve keskin insanlardan uzak durdup hep. ama su hale bir bak, rutubet kokan bir odanin orta yerinde zar zor ayakta duruyorum. saplanmayi bekleyen bir bicak sol elimde, goz kapaklarim gozlerime batarkan annenannemin konsolu ustundeki toz yiginiyla bu toz yiginindan parmagima bulasan toz yigini arasinda kalan parlak zemine bakip nereden baslamam gerektigini dusunuyorum. yeniden?
bicagi alnimin sag tarafindan sol tarafina dogru surterken kafatasimin cikardigi metalik sesin diger butun metalik seslerden farkini gorup, bu sesi daha fazla duymamak icin once kulaklarimdan kurtulmam gerektigini dusunecegim. sol kulagimin ust ucunu sol bas ve isaret parmaklarimin arasina sikistirip, kulagimin basladigi yerden bicagi duzlemesine ve isiyarak indirirken, "et" diyecek zihnim. hemen sonra, et kelimesinin cok anlamliligi uzerine dusunmeye coktan baslamis olacagim. et, yardim et, halt et, iyi halt ettin de her yeri kan ettin be oglum, aferin sana. keske bu kadar kolay olsa! sag kulagim, sol kulagimin eksikliginde kendini yalniz ve tedirgin hissetmeli. her sey bir denge sorunu ne de olsa. bir dusunsene, sol kulagin yok, sag kulagin yerli yerinde ve terazinin dengesi bozuldugundan kafan saga dogru yatiyor. her zamanki gibi denge diyecek zihnin, dengelemek isteyeceksin. sag kulagin kesilme hikayesi de boylece son bulacak.
bu vahsi hikayenin bana ne getirdigini bilmiyorum, ama vucudumdan bir kac uzvu kesip atmanin, kan akitmanin ustumde rahatlatci bir etkisi var. fazla olan ne tam olarak? neyin fazla oldugunu bilememekte, ama bir seyin fazla oldugunu bilmekteyim. bir seyin fazla oldugunu bilmek ama bunun ne oldugunu bilememek icimde oyle buyuk bir eksiklik yaratiyor ki, bu sorunun cevabini etimde bulana degin kesip bicmelere devam edecegim.
oturma odasinda cikarilmis bir goz, kuvette bir bobrek ve mutfak masasinin altinda sag ayagimdan bir parca bulursan sasirmayacaksin. soz ver, sasirmayacaksin, cunku ben mutluyum, ariyorum, bakiyorum.

Thursday, August 28, 2008

sonrasi

Saturday, August 2, 2008

un dialogue

Selim..
Ne var?
icine ne sokardin, eger 3 sey alabilseydin?
iyi dusunceler
ikincisi?
iyi niyet
ucuncusu?
senden bir parca
Hmm...
Ne o? kaldiramadin, di mi?
emin diilim..
sen kimle ugrastiginin farkinda misin?
pek diilim ama olsun, atesle oynamayi sevmisimdir hep.

sessizligin ilkeleri

1. safak sokerken cayirlara uzanip kulagimi tirmalayan otlara inat kirlangiclari dinliyorum.
2. suleymaniye'ye bakan odamin acik kapisinda beni bekleyen martinin kara gozleri. bir ansiklopedide martilarin dinazorlardan geldigini okumustum. "dinazorsun marti!" marti ses etmiyor.
3. philadelphia'ya ilk gidisimde bi kosedeki itayan dondurmacidan aldigim vanilyali dondurma. dondurmaci kizin buyuk yesil gozleri. gok gurluyor, sokaklarda yagmur. elimde kulah kosturuyorum, dondurma eriyor. vanilyali yagmur, yaliyorum.
4. agustosta bir pazar sabahi. alti sulari. gunes sahil yolunu aydinlatiyor, havalimanina dogru gidiyoruz. arabada herkes sessiz. asfalti dinliyoruz.
5. annem yan odada baska bir adamla sevisiyor. kapiyi acmak istiyorum, elim kapinin koluna gidiyor, bekliyorum, yapamiyorum. gerisin geri yatagima gidip gozlerimi kapiyorum. sobanin sari alevleri duvarlari yaliyor.

Thursday, July 24, 2008

Wednesday, July 23, 2008

second hand poems

1.

lying down in the quad of columbia
reading in the shade
smell of grass.

2.

Loveme-messy
up up to sky
like a white kite with a long tail
your hair
has the smell of olive gardens.
it is may
the month I love
and the woman I love is in love.

3.

Sealed time
all ours.
all hours we spent and that we will
thinking of the joy hidden in the past
and the joy shining for our future.

4.

denizbuga has sent you a dozen of roses
smiling face of yours is the otherside of the moon
-never seen-

5.

a morning cake
you are, with strawberries
what a delicious taste your chest has
where I sleep
and the sun falls upon us.
chocolate melts
strawberries left behind.

Sunday, July 20, 2008

yuregimde bir delik
acilip kapanan
pihti pihti ask
kan tutmuyor.

sol kolu camdan sarkan
tum munibusculeri
istanbulun.
bu dortluk size

ne yapip etsem de
sol kolu camdan sarkan bir taraf var bende.
ezdim ezdim basimi
kan cikmiyor.

Wednesday, July 2, 2008

oslo oslo

bilgisayarin tuslarina basmaktan parmaklarim agir yara almisti. once yuzuk parmagimi emmeye basladim, sonra serce parmagimi, digerleri pesisira geldiler. agzimin icine girip cikan parmaklarimin her biri bir harf, sokup cikardikca kelimeler...
s, e, n, i, n, l, e, b, i, r, y, a, z.
isim gucum yok ayakparmaklarini dusunuyorum. buyuk bas parmaginin tirnagi seneler once icine kacmis, annen seni hastaneye tasirmis, olmadi bir iki hocaya gosterip nazarini kirdirmis. sirtin beyaz pikelerimin ustunde sere serpe, bacaklarin gogsumde uzanirken, sessiz sakin ayakparmaklarini agzima sokan ben, kalcanin uzadikca kivrilan bir sarmasik gibi cukume dolandigini, anusunun koca bir goz gibi acilip kapandigini hatirliyorum.
kucuk kizlarin fotograflarini cekmek. mor ipli asimetrik entarilere sardigin onca kara kafali kizin siyah beyaz fotograflarina bakarken, onerdigin resmi degil, o makineyi tutan parmaklarinin genisligi ve parmak aralarina sikismis tutunlu gecmis vuruyor beni (bilirsin zamanin yaninda imajlarin esamesi okunmaz) ne diyordum? zaman bizi kabalastiriyor Cevat. Cidden. Simdi su haline bak, reklam fotograflari ceker oldun. benim de yaptigim filmlerin tadituzu pek yok. ortak heyecanlarimiz, birbirimizi bekleyip ayni anda bosalmalarimiz, gobek deliklerimizde sakladigimiz kir, tertemiziz simdi biz.
sen dikey olarak kabalas, ben yatay olarak uzuyorum Cevat.
sevmek ne kosullu bir ruya? gecen temmuzdan bu temmuza nasil bu kadar degisip deprestigimize inanasim gelmiyor. hic utanmasam seni masumiyetini kaybetmekle suclayacagim, ama o zaman eminimki o sigara kokan hazir cevap agzin 'o masumiyeti icime sen koydun, hem de hic sormadan' gibisinden bir cumle edip icimi bulutlandiracak. ne geregi var! kuzey avrupanin genc ve uzun oglanlarindan birini yatagima baglayacagim. her bir yerini her bir yerime sokarak, sana nispet, hepsi bu.

Monday, June 30, 2008

i guess i dont know how to be on the other side
i was that kid
making love with a man first time.
and now i am the man that he made love with first time.

"but you make a really beautiful fine man
i am so proud of you
to look at you
so handsome and thoughtful
and smart
you make a beautiful man".

Tuesday, June 17, 2008

ben seni raki icerken opmek istiyorum. sen raki ictikten sonra opmek istiyorum. beyaz gomleginin dugmeleri acik raki icerken sen... belinde bi siyah kemer. sen icerken...

Monday, June 16, 2008

Tuesday, June 3, 2008

Thursday, May 29, 2008

un foto

belki de imajlardan konusmamali hic
hic konusmamali
baska seyleri seviyoruz
hepsi bu.

Tuesday, May 27, 2008

Herkes

Kanvas

Ayak tökezleten arnavut kaldırımlarını sevmiyor. Saçlarını üç gün yıkamayıp kaşıyınca yaşadığını en iyi anlıyor. Tırnak aralarında biriken ölü derileri, bazen, tükenmez kalemle sıyırıyor. Etinin bitip tırnaklarının başladığı yerler bu yüzden, bazen, mor. ‘Bir şarkı çaldığında’ diyor ‘derimin altında başka bir deri varmış da o ikinci derinin tüyleri okşanıyormuş gibi oluyor. Şarkıyı sevdiğimde tüyler içeri doğru uzuyor.’ Telefonda o kadar güzel konuşuyor ki ahizeyi bırakınca kendini öpüyor. Alt dudağının üst dudağında bıraktığı ıslak his hoşuna gidiyor. En sevdiği küfür ‘ekmek’ ama yine de en çok küfür yemeyi seviyor.

 

Geylan

Babasını 8 yaşında kaybetmiş ve sonra senelerce annesiyle aynı yatakta uyumuş. Ayakları üşüyünce gitmeyi bildiği yer yatağın anne tarafının en sıcak kısmıymış. 4 senedir uyurken üstünü örtmüyor. Karanlıkta yaptıklarına inanamıyor. Sinemada ışık titrerken eli, hep kirli bıraktığı, sakalında dolaşıyor. Az uzamış tırnaklarıyla bir tel tutup çekiyor. Derisini telin gitmesine izin verene kadar sündürüyor. Yeni kopmuş sakalını hemen üst dudağına sürtüp yumuşak ve top gibi sakal kökünün serinliğini hissedip emiyor. Kök ısınınca sakalı biraz parmaklarında çevirip atıyor. En sevdiği tırnağının adı at ama o yine de en çok stecatto attırmayı seviyor.

 

Ayla

Saçlarını kestirdi. ‘Tüm orospular birleşseniz bendeki edebi üçe katlardınız’ derken uyuyakaldığında Deniz sessizce gelip saçından bir tutam kesti. Uyanınca Deniz’e önce bağırdı, sonra onu öldürmekle tehdip etti, sonra da öptü. ‘Bravo annem taşaklı olmayana vermez bu dünya’ deyip saçlarını kestirdi. En yaptığı şey kaka ama o yine de bedenlerle dolu bir odanın kakofonisine daha çok inanıyor.

 

Surten

Deniz’in bir tanışı. Dirseğini yalayabiliyor. Ayağında bir siğil var. Sakızları emiyor ve ağzında kumlu kumlu beyaz bir birikinti kalınca yere tükürüyor. ‘Hastayım, gelemem’ diyor. En değer verdiği var oluş biçimi oturmak ama o yine de oturduğu yerden gelmeye bayılıyor.

 

Deniz

Bir şehri özlüyor. Ayağını kendi ayağı olmaktan çıkana kadar uyuşturup yürümeyi adet edinmiş. Yeri öpüyor ama kalkınca rüzgarlar estiriyor. Yüzündeki yanak çöküklerine en çok sigara dumanını yakıştırıyor. Tel sineklik seviyor. Patatesleri ona bölüyor. Zar atmaktan hoşlanmıyor. Dikdörtgen nesneleri ondan iyi yerleştiren yok. Kambur durmuyor. Onu en çok bir bedenin yatakta bıraktığı iz ya da rastgele kopmuş bir saç ağlatıyor. Okuldan eve dönmeyi daha erken gerçekleşsin diye çekelese de en çok kuldan dönerken yorulmaktan vazgeçemiyor.

 

Kendim

Kullanılmış kürdan gibi boynu biraz eğri, postürü biraz şekilsiz. İşaret parmağıyla baş parmağının tırnağına en yakın köşelerini kaşıyor. Etinin açığını yakalamak istiyor. Bulduğu açığı kaşıyor, yoruyor, sündürüyor. Kıvama geldiğinde bırakıyor. Kendine bir söz veriyor. 'Sen' diyor 'akşam uyumadan önce koparılacaksın'. Her zaman karalaştırdığı zamandan once ayırıyor deriyi. Ayrılmadan önceki hissi tanımlamaya çalışsa da beceremiyor. En çok aynanın karşısında sivilce sıkıyor. ‘Sürprizli düzlüklerden ses çıkartarak fırlayıp cama yapışan yağ birintileri olmasa ne yapardım’ diye düşünürken bulursa kendini, canı hemen kaybetmeyi çekiyor. Koltuk altının memeye en yakın yerini üç kere kulfu bir kere elham. Gülünçlük derecesindeki sarımsı ayak baş parmak tırnağını ayetel kürsi. Titreme modundaki cep telefonlarını taklit edebiliyor, ııhhm ııhhhm ıhhhhmmm derken bogazındaki gıdıklanmayı öksürükle kaşıyor. Anları yaşamayıp, biriktirip yüksek dozda içse de aslında en çok and içmeyi seviyor.

 

 

klimt

Monday, May 26, 2008

yaz gecesi ruyasi

brooklynde genis bir apartman dairesi
kucagimda bir karpuz tutuyorum
etrafimda insanlar
bana ve karpuzuma bakiyorlar
ne istiyorsunuz tam olarak
siddet diyor kimileri
kimileri suspus, karpuzun ustundeki yesil cizgiler
iyi diyorum
alin buyrun
karpuzu kaldirip
salonun mat parkesinin ustune birakiyorum
cizgi cizgi kesiliyor karpuz
ayaklar altinda
ayaklar arasinda
kirmizi bir gum sesi.
kimileri karpuz parcalari ister
kimileri karpuzu parcalamak ister
uyaniyorum.

nar tuyu

semai gogsunun ustunde-tuysuz ve genc
en derin basimin agrisini agartiyorum, var mi
parmak aralarim tutun tarlalari kadar genis
kendimden olmayan yarim tarafimin hatrina
bir basa bir sona sararak ve hic dusunmeyerek coguzaman
sahipsiz bir iniltiyi dinler gibi yan odadan
ve saatin tiktaklarina eslik ederek bir iki gunes yolu
agzimdan tasan seyin
balarilariyla dolu bir kovan olduguna inandiriyorum kendimi
kuzeye, daha kuzeye, ogle ustu siste tavuk cevrilen orta karar bir semte
yesil metro hatlariyla gidip
adressssiz ve hallice kederli
buyuk patates parcalarini agzima sokup cikariyorum
unutmaya ve daha cok unutmaya calisiyorum seni
hafiza yedi esit parcaya bolunmus
her bir parcaya bir tepe dusuyor
(sec birini)
cik ustune
bayragini sallandir
kirmizi kirmizi.

Friday, May 23, 2008

olur!

tunel'de yururken arnavut kaldirimina takilir da
yokusassagi tepetaklak gidersem eger
kanima ban elini
olur!
alnina sur kanimi
olur!

ve bu kadar zalim olmayi ogrendiysen anandan niceleri
tum orospu cocugu kufurleri sana makbul
hak getire Cemil, hak getire!

Pek-Pare

mayis sabahi
gunes yatagin benden tarafina vuruyor
kipriklerimde isik
ustunden yuvarlanip golgeye
seni gunese oteliyorum
kahvaltida humus var, kizarmis ekmekler
dipdiri visne receli, parlak
sut beyazi peynir
acikmadin mi daha?

-acelem var, gitmeliyim.
-biliyorum, ama diyorum sana
aklini karistiracak seyler yapma.
-seksle ilgili degil bu.
guresiyoruz, beden oyunu
fazla bir talebi yok, o da genc
guzel de
anlamiyorum neden beni cagirdigini
her bir bulusma 150 dolar
haftada iki kez bulusuyoruz simdilik
ama inan, basim agriyor.
-gitme o zaman. kulupte dans ettiginle yetin. uc gece.
-belki de.
-daha cok mu paraya ihtiyacin var?
-herkesin paraya ihtiyaci vardir Celil,
kopeklerin bile.
-oyle deme

gul bahceleri aciyor ruzgar durttukce
dumansiz bir evin on yuzunde
kucuk kahverengi bir kapinin onunde
seni goruyorum.
gozlerin bir mavi, bir yesil
ne renk bakiyorsun, kestiremiyorum.
sol kolunun ustunde yesil lekeler
damarlarin tekrar tekrar nefes aliyor.

-ne goruyorsun su anda?
-gozlerim kapaliyken mi?
-kapaliyken evet.
-keske'nin ne garip bir kelime oldugunu dusunuyorum.
her seyi her istediginde mumkun kilan.
-ne istiyorsun peki simdi?
-gordugum seyi.
-peki oyleyse, ac gozlerini.

yamaci bos iki dudaktan asagi dusulmez.
her bir salkima, asila asila
tirnaklarinin arasi kok
cigerlerine toprak dolana kadar beni op.

annesinin dogumgunu hediyesi iki beyaz lastik ayakkabiyi usulca ayagina gecirdi. disaridaki gunese inat ince tshirt'unun ustune o kalin gri montu gecirdi, dugmelerini ben kapadim. tepesi yirtik cantami odadan aldim, gozluklerimi taktim. hali kapli merdivenlerden beraber indik.

sokaga acilan kapiya gunes carpiyor
kapi kapanip kapanip aciliyor
hoscakalimizda ince ruzgar.

-adi ne demistin?
-ziya.
-neyin nesi peki?
-genc bir piyanist. beyaz ince kemikli elleri var.
haftada 300 dolar. sertlesmiyorum ama. kendi kendime debeleniyorum, elimle yontuyorum kendimi, olmuyor.
seninleyken baska ama. sabah uyandigimda tas gibi onum, yeleli, hakim.
her bir uygun yerine girip cikmak istiyorum.
tunellerin, oyle derin, sakin.

islak bir gulumseme bulasiyor yuzume.

-bu gece dans edecek misin peki?
-oyle, sehrin merkezinde bir kulupte.
-erkekler icin mi?
-oyle, erkekler icin. hem genc, hem yaslilar.
kulodumun icine para sikistiriyorlar.
dans ederken gozlerinin icine bakiyorum. her bir bedenin isigi baska, guzu baska.
allah'tan bir parca her biri, ondan gelen ve ona donen.

her bir dokunus allah'a uzanan
her bir opus allah'in dudaklari
ve her sevisme allah'tan gelme
done done
kendimin salt zemini yine kendim
kendim allah
allah kendim
done done.

-bu gece seninle uyumayacagim.
-bu gece benimle uyuma. dinlen biraz.
battaniyeni ort ustune.
beni dusunme
kendini dusunme
gokyuzunu dusunme
boslugu dusun.
boslugun onerecegi huzur icinde suzul biraz
aksam yatmadan once birkac kasik yogurt cal agzina
uc bardak su ic sonra
biri allah
biri kendin
digeri de yattigin tum erkekler icin.

Tuesday, May 20, 2008

Kemal ve Böceğin Ölümü

Kemal’i öldürmek hiç zor olmadı.

Eve çağırdım. Eve geldi. Üstünde enine çizgili siyah beyaz bir t-shirt ve bir eşofman altı vardı. T-shirtün yakası eprimiş, kenarları giyilmek ve düzelmesi için ütülenmekten pasta gibi olmuş yumuşak bir et gibi. Eşofman altının dizleri kulak zarı inceliğine gelene kadar diz kapaklarınin darbesiyle ezilmiş.

Bir elimle yakasından tuttum, bir elim eşofmanın lastiğini yukarı doğru sündürdü.

- Kilo vermişsin.

- Çok bir şey yiyemiyorum.

- Bunları sonsuza kadar çekeleyebilirim. Böylece son raddede koptuklarında sen de o hışımla dünyaya çarparsın. Kafan gözün morarsa tükürüğümle bile pansuman yapmam.

- İçecek bir şeyler var mı?

- Yok. Niye yoktun bunca zaman?

- Bir bardak su alsam, boğazımdaki çakıl taşını biraz itsem belki her şeyi olmasa da birkaç şeyi anlatabilirim.

Tırnaklarını keselim.

Mutfak masasına oturttum. Ellerini tuttum. Kırmızı kan dolasan parmaklar sarılaşana kadar sıkarak tırnaklarını tek tek kestim.

 

Saçını düzeltelim. Favorilerini kısaltalim.

Antredeki sandığa oturttum. Makasın kıtırlı sesini parmaklarımın metal kokmaya baslamasıyla ilişkilendirip içim işkillenene kadar saçlarını kısalttım. Favorilerini bir kez kullanılmış bir jiletle kısalttım.

 

Ense tüylerini öpelim.

Yatağa sırtüstü yatırıp kafamı kafasının altına sokmaya çalışarak dudaklarımı yumuşak platin tüylere sürttüm.

 

Yanağına bir tokat atalım.

Klozete oturttum. Çenesinin en sivri noktasından tuttum. Okşadım ve biraz sündürdüm. Elimi aklıma bir şey gelmiş gibi geri çekip yanağını sert bir şekilde ittirdim. Tokat atmaz gibi tokat attım.

 

Dilinin pütürlerini elleyelim.

Dilinin pütürlerini elledim.

 

Kuyruksokumuna gereğinden biraz fazla baskı yapalım.

Yüzüstü uyutup parmaklarımı sırtından aşağı kaydırıp en çukur noktaya nefes borusundan keskin bir ‘ıııh’ sesi gelene kadar bastırdım.

 

Canını yakmayalım.

Canını yakmadım. Ayakkabılarını giydirdim.

 

Öpmeyelim seni.

Öpmedim. Kemerini taktım.

 

Öldürelim seni. Kolayca. Öpmez gibi öldürelim. Tavaya tereyağı atar gibi bir ses çıksın, maddeleşmeni izleyelim. Kararmanı ve köpürmeni. Saçlarını tavada kızartalım altın siyahı olana kadar. Çoraplarının lastiklerinin bileklerinde iz yapmasına göz yumar gibi öldürelim seni. O zigzaglı izleri hissizliğinden dolayı sert kaşıyalım. Bir kolunu o kadar uzun sure suda bekletelim ki o kolun ölsün. Tenine dokununca yumuşaklıktan parçalansın. Memenin altını kaşıyalım ama aslında dizinin arkasının kaşındığına karar verelim. Dizinin arkasını kaşıyalım ama aslında ayak tabanında parmağınla gösteremeyecegin bir yerin kaşındığına karar verelim. Öldürelim işte seni.

 

Boğazımın içindeki mikrop bariyeri tüyleri birisi tersine sever gibi oldu. Lavaboya gidip kustum ve döndüğümde antrede koca bir boşluk vardı. Ve bir not: Aramızdaki boşluğu kenara iter misin?

 

Aralık kapıyı kapattım.

Bir şey daha öldürmek istediğimden zırhlı bir böceğe bastım.

 

 

 

Thursday, May 8, 2008

sagrada familia

ayda yururken izini belli etmesin diye Cezmi iki kavucuk tabanli voleybol ayakkabisini Serra'nin ayagina giydirdi. Serra sol diz kapaginin ustunde kabuk baglamis yarasina mi baksin, Cezmi'nin seyri guzel gozlerine mi bilemedi. Cezmi oldu olasi cok sevdi bu kizi, Serra'yi yani, ama gel neden git neden bi turlu diyemedi sevdigini. Cok sonralari kucuk ve karanlik bi odada oturmus goguskafesinin inip kalkisina ayagiyla ritim tutarken fark edecekti: ask soylenmedikce hicbir sey, soylendikce cok seydi.
Serra, duyuyor musun beni?
Serra kulakliklarini cikardi, chip buyuklugundeki-annem gotici kadar derdi-got ici kadar i-podunu kapatip Cezmi'nin gozlerine simdi ne var gibisinden bakti. "Dun Gaudi'nin renklerine baktim" dedi Cezmi, "Sagrada Familia, oyle yuksek ve dusecek gibi. Barcelona'ya bi dalga olup carpasi geliyor insanin. Hic Barcelona'ya gittin mi sen Serra?"
"Yok, ben hic yurtdisina cikmadim", dedi Serra "ama pek cok kez ruyamda ucaga binerken gordum kendimi. havalimaninda valiz cekerken... polis pasaportuma bakiyor, ote tarafa geciyorum, ucak kalkacak. Ucagin dar koridorunda vucudumu tum koltuklara surte surte yuruyorum, cam kenarina oturuyorum hep-ruyamda-bazen ucak kalkiyor, bazen ben o koltuga oturunca ruya bitiyor. ruya biter diye oturmaya korkuyorum, sonra arkadan gelen bi baska yolcu bana carpiyor, mecburen oturuyorum, ruya bitiyor. Sen peki? Nerelere gittin Cezmi?"
-Trieste.
-Ne?
-Trieste'ye gittim ben. Dort kez. Italya'nin kuzeyi.
-Ne var orda?
-Meydanlar. Bi meydanda koca bi at heykeli. ataturk degil ama.
-italya'da ata binen kim var ki?
-bilmiyorum, heykellerin altini hic okumam ben. ama heykelin etrafinda motorlariyla dolanan cocuklar hatirliyorum. kasketli, tshirtlu, gozluklu. boyle otuz kirk genc, hepsi ayni model motorlarin ustunde dolanip duruyorlardi. heykel bi baslangic noktasiydi sanki. atin ayaklarinin dibinde motordan inmis iki genc opusuyorlardi. o zaman istanbul'da sokaklarda kimse opusmezdi tabi. cocugun ustune yesil bir esofman ustu, altinda eski bir kot ve iki plastik ayakkabi, kizin ustunde de tuylu bir ceket, yazlik ayakkabilar..
-ne zamandi bu?
-mayis.
-hangi mayis?
-birkac mayis once.
-cezmi, bu kabugu koparmak geliyor icimden.
-koparma sakin, kanar.
-biliyorum ama duramiyorum ki. kasinip duruyor.
-baska bi seyler dusun o zaman, unutursun.
-ne gibi?
-bilmem. Serra?
-efendim?
-Serra ben bu oykuyu bir yere baglayamayacagimdan korkuyorum. baslamak hep kolay olmustur ama bitmiyor iste.
-bunu soylemek icin henuz cok erken. iyi gidiyorsun, hemen kesme orta yerinde. hep bi heyecanla basliyorsun, boyle gozlerin parliyor filan ama sonra ne oluyo anlamiyorum, ferin sonuyor, basin donuyor, uyuyup kaliyorsun.
-yoruluyorum serra.
-belki kosmalisin benimle. sabahlari kalkip parkin etrafinda kosuyorum ben.
gecen gun dustum kosarken, arkamda kopegini dolastiran bi kadin vardi, saf saf guldu durdu. bu yara da o sabahtan.
-serra?
-ne?
-yok bi sey.

Friday, May 2, 2008

Saturday, April 26, 2008

Friday, April 25, 2008

On Bir

11 ay gecti.
rumelihisarustunde mavi bir otobuse binip gittin. seni bir daha goremeyecegimi biliyordum.
bir daha goremedim de.
telefonda olum gibi konustuk birkac kez daha. sesini her duydugumda uzuluyordum. rengi yoktu sesinin. buyuk bir gemiyi karaya yanastirmak ister gibi, tellerini ceke ceke... olmuyordu.
cok onceleri, odanin kapisi acikken ve her zamanki gibi odaya ruzgar dolarken-sanirim ben o sirada yeni yikanmis camasirlari katliyordum-sen yataga uzanmis, sol elin basinin altinda, yuzunde o genis gulumsemelerinden biri:
"sen beni bu kadar cok sevdigin icin degil, seni sevmek istedigim icin seviyorum ben seni. benim sevgim bagimsiz seninkinden. seni sevmeye basladigim gibi, bir gun seni sevmeyi bitirecegim" demistin, ya da oyle bir sey. nevrim donmustu o an. o zayif bedenin nasi bu kadar keskin bir cumleyi firlatabilmisti odanin orta yerine? ruzgar bile yumusatamadi odayi.
beni sevmeyi bitirmek! nasi oldu peki bu? nerde basladi tam olarak? nerede bittigini biliyorum.
bana en cok koyan bir askin tarihini izleyebilmek oldu. bir dongu, bir imparatorluk, ay donumu ya da her neyse. hayat neden cemberlerle izah edilebilecek kadar yuvarlak?
heyecan noktalarim neydi ha ziya? kucagima uzanip kaslarinin fazlalarini aldigimda gozlerinin arkasini gorebildigimi dusunurdum. arka yuzu ayin! delik desik. fecaat.
zaman bende irinli bir yara simdi. yanip yanip kul oldum demek isterdim, yer yer belki. pekcoklariyla sevisip durdum. insan oyle hemen yanip kul olmuyor. sade bir yorgunluk. ben buna kul yorgunlugu diyorum. kucuk zaman araliklarinda ve fark etmeden yanan bir tarafim var beni yorgun kilan. ne oldugunun, nerden geldiginin farkina varamiyorum cogu zaman, cok zaman sonra seziyorum: bu duman senden geliyor.

seni ozluyorum. annem kopekler gibi derdi: kopekler ozler mi ziya?

Thursday, April 24, 2008

icimde siseler biriktirdim
denizi bekleyen
birkac do'su eksik
buyuk eski bir piyano
isli tuller
ucu acilmis bir ayakkabi
tutkal tutmaz bir duvar kagidi
hep yeniden baslamak icin birakip gitmis gibi

Monday, April 21, 2008

tepetaklak bir kor kuyu goruyorum ruyamda
dun gece diye basliyor sarki
gozleri mavi ve sivri burnunun ucu
yaz sicaginda tum kirmizi tuzaklari sivri sineklerin
ve sen, nerden geldiysen
oraya doneceksin.
su anin geciciligi ve ben deniz
birbirini gormezden gelen iki kardes gibiyiz
birimiz almanci
otekimiz doner keser tel-avivde
sen nerden nereye
tum kasetleri deli kizin turkusu.
hic dinlemezmis, engin deniz, sari beni
nokta nokta anan baban
putur raki cigerim
kardesim
bir deniz boyu, yol boyu, yarik bir gunes
ortadan ikiye ay topluklarim.
gidiyorum ki bekleme
sen bekleme
hep ayni sarkiyla calan bu sey benim
bu ben calar
kulum
yorgun
her yerim.
baska bir benden bir dudak ucu degerken bana
ayaklarimin altinda hic-bir-sey
yuksek bir tepenin ustunden
yokken ve yok yere cesedim bulunur

ara beni
beni ara
her yeni ve
yepyeni bir yuzyilda
yanlis bir yuzyila dogdugumuzu haykir
heyrariraheyrarirahey!
dun gece seni ruyamda gordum
patlamis misir taneleri vardi eteklerinde
kabugu ince bir istiridye gibi, sahi ve hos
ne sakliyordun icinde a sermin?
ince etli dudaklarinin ustunde ayva tuyleri

ben seni cok seneler operim
ki sen yeter gun boyu yaramin ustunde sarhos ol
tuz gibi beyaz, gel bana golden, denizden
yeminim ki sen en genis golusun yeryuzunun.

Thursday, April 10, 2008

uyakli uyaksiz ogleustu siirleri

1.
gotum kasindi, edepsiz
yerli yersiz savasmadim- henuz
yalanip yutulmus halklar icin uzulmeli
her bi baska sabahta yeniden ve yeniden.

2.
sikiliyorum parca parca
turkce klavyeye gore bulutlu icim
ingilizce klavyede delik desik gotum.

3.
zaar! ambiti guzelligin
tarihimiz var, hafiziz her ikimiz
cakma sakin kibriti, elif, kaf, lam ve mum
yanarim ben zaten, yakmasan da yanarim.

4.
iki hep birmis cigerim Ali
seni de kapatirlar, beni de
kepenk gibi.

yoldan gecen yasli adam egilip sordu
"gicirdadin mi ogul, kapaniyorken?"

kafani yorma amca, biyigin beyaz senin
tum fotr sapkalar ugruna kapativer ceneni
annemi hatirladim, ki yalniz bir oda
savas zamani televizyonda, buyuk beyaz bir yildiz.

rastgele hep rastgele ve rastgele!
iskenderiye'de dar bir sokak yangini.

5.
dumeni kirik yuregin kullerini
bir ay vakti akittim suya.

6.
bekledim, bekledim
gelmedin.
siirim bitti.
piyano caldim tek elle
radyoya basimi dayadim.
ayak sesin kulagimda
kulac kulac sevgilim.
denizin yosunu yesil
yesil gozunun rengi
gelmedin ya simdi sen
siirim bitti.

uyaksiz

ote beri getirmis Hasan
hem dayim, hem amcam olur kendi
imkansiz bu adamin kurdugu bagdasta gozum.
bacak bacak sokulmus Hasan'in dilinin muhru
konustugu yerden dollu guller bitiyor.

bir deste iskambil gibi renkli, bi o kadar da 52
Hasan Dayimin 3 essegi: Cezmi, Cevat ve Baki
ne zaman binsem ustune Baki bana hep nazik
Cezmi bi pice gebe, Cevat vurgun bir ata
ama ben hala, ben hep hala ama
vurgunum Hasan Dayimin kalin gur kamisina.

her seyin yeniden baslayip, yeniden dogruldugu
onu islak Hasan'in, bu onun kul yorgunlugu.

Kavim sana donuk Hasan, acik elim, icim derin
gom kulunu icime-ki yanmasin cigerim.

Sunday, March 30, 2008

onlara soyle

sana nur bir ihlamur agaci, teselli eteklerinde. kac dedim, kac gun dedim, iki vagon arasinda ellerim acik.
ruzgar gecti ayaklarimin altindan, raylara sagir. hep saydira saydira; anana, babana, alelacele kazananlara seni.
olumleri tez olsun, pek olsun gozleri, cam bir fanus icinde
bekliyorum ben.
ask kurdukca yikilan bir kule
her yeni yapimda bir oncekinin mimarisi agir basiyor.

Wednesday, March 26, 2008

Maltepe ve Lada Samara

1.
annemin hamile oldugunu ogrendigimde
hemen mutfaga gidip sigarasini sakladim.
annem tum evde sigara paketini aradi.
o zaman daha bes yasindaydim.

2.
babam bir gun araba aldi
ama annemin arabayi kullanmasina izin vermedi
annem cok kizdi buna
beni ve kardesimi alip
iki saat uzaktaki teyzemin evine goturdu
iki gece orda kaldik.
babam aradi durdu
annem cikmadi telefonlara.
sonra babam geldi
arabayla bizi aldi.

3.
annem o iki aylik cocugu aldirdi
araba icin babama kizdiktan bir 10 yil sonra da babamdan ayrildi.
simdi istanbul disinda bir sahil kasabasinda yasiyor
kirklarinin ortasinda
genc ve kararli bi kadin.

Tuesday, March 25, 2008

baslangic niyetine

dondurma yemeyi cok sevdigini bilmemin nesi yariyor bana ki simdi? hem biraz ben yani boyle bir- hep hic hem sevilesi- pic ve itilmis bi sehirde kambur kumar yasarken, senin yesil gozlerinin pariltisiyla nasil da olecegim!
ellerini cekme masadan orda oylece kalsinlar, birbirinin yamacina uzanan iki beyaz gul gibi. kol dugmelerinin plastigi bile dusurmuyor degerini, oyle acik bir denizsin ki! dolastigin ulkeleri, tanistigin conileri, hasta olup dosekledigin hastane koridorlarini dusunup simdiden kahroluyorum o zamanlari bensiz yasadigina. tesaduf nasi olur da bu kadar gec kalir? ben bi cocuktan genc bi erkege donmusken ve sen bilmedigin tepeler tepmisken bilmedigim ulkelerde ne diye simdi? mart 2008, 721 broadway. 10uncu katin arka koridorlarindan birine acilan kapidan cikiyorsun ve ben ne diye yuruyorum o kapiya dogru?
uzun uzadiya won kar wai`nin mutlu beraberlik`ini tartisirken ne diye basliyor o sarki niagaranin ustune- oturdugumuz kafede, kulagimin arkasindaki o kucuk ve eski hoporlorde ispanyol melodileri... parildayan yesil gozlerinde selalenin hayali, suyun coskusu yuzunde, karsinda oturan ben, bugulaniyorum.
bir bez al eline, sil beni.

bekledim.

tum gun.
mailler.
cep telefonlari.
posta kutulari (imkansiz!) hepsini kontrol ettim. sonra gecenin bi vakti 3 paragraflik mailin geldi. vahi gibi.
birinci paragrafta yaptigim filmlerden birini izledigini soyluyorsun.
ikinci paragrafta tesekkur ediyorsun siirlerini okudugum icin. ucuncu paragraf dondurmalara adanmis: "yarin sehirdeyim, dondurma yemek icin. gel, benimle dondurma ye".

hava hala soguk ama dedigin gibi, bazi seylerin mevsimi olmaz.
dusuyorum.

Saturday, March 22, 2008

Gulhane

katildigim butun sarki yarismalarinda hep sesime uygun sarkilar soyledim. Sezen Aksu ablamizin alaturka sarkisini en cok sevdim ve en cok onu soyledim. Baska baska juriler baska baska nedenlerle yorumumu cok sevdiler. Ceketlerinin sol ic cebinden kart cikarip uzatanlar da oldu. "Beni ara, bi demo kaydedelim seninle". Aradim tabi, demolar kaydettim. Bana da hep bi kopyasini verdiler. Odamda bi raf var, oraya dizdim bu demolari. Bi gun dinlemek istersen, gel buyur, misafirim ol.
annem olmeden birkac ay once, Ordu`daki koyunu ziyaret etmisti. Babasinin mezarini gitti gordu. adam tuttu, mezarin ustundeki otlari yoldurttu. Hoca tuttu, yasin okuttu. Koca bir cuval findik getirdi gelirken, kucuk posetlerde adacayi getirdi. Rus pazarindan bes liraya bir durbun almis sonra, koca kadin.

bana gelirsen

sana adacayi yaparim. findik kirarim, findik ici yersin. sonra durbunle karsi tepenin isiklarina bakariz. gecenin karanliginda karsi tepedeki gecekondularin isiklari al al ve beyaz, bazen sari, eflatun ama hep yesili az. sonra bana sormadan, izin almana gerek yok yani, kaset calara o demo kasetlerden birini koyarsin. ben kendimi dinlerken yataga uzanirim, sen yanan sari lambanin etrafinda debelenen sinegin kanatlarina bakarsin. bana bakmamak icin, utandigin icin. ustunde bisiklet yaka beyaz bir tshirt ve altinda siyah kot pantolon, belinde deri bir kemer ve bu yaz sicaginda dahi ayaklarini saran yari yun coraplar. cicekli yatakortumun ustunde ben, altimda bir pijama ve beyaz kolsuz atletmin icinde, gogsum tuylu, sakalim az.

bir yaz gecesine adacayi gitmez belki ama findigin mevsimi olmaz. pencereyi actim, tuller sallaniyor. hafif ruzgar nasi da dokunur sirtimdaki heyecanin terine.

Tuesday, March 11, 2008

Bir Mektup

Bir Mektup

 

ULAN

Ulan,

Saçlarını derinin içinden kestir.

Sırtını çöpçü balıklarına öptür.

Nezle veya kanser ol.

 

Ölünü öp.

Yalanlar söyle.

Götüne cep telefonunu sok.

 

Kirpiklerin kısa ve küt.

Aklın hayvanat bahçesi.

 

Seni yürürken itmek, yakalayabilecekken ıskalamak, burnunun direğini sızlatmak

Öl deyince vurdurmak, kılcal damarlarına kan pompalamak, seni soğukta bekletmek, sıcakta terletmek gayem olsa sana ‘hay hay’ der yapışkan bir sıvıyı üzerine sürüp o esnada hiç keyif almadığım bir şiir okumak isterdim. Dekadan ve ennui kelimelerini aynı cümle içinde kullanana kadar pelvisinde bir acıyla kıvransan layığını bulur musun bilmem.

 

Seni yakışıksız, kanserojen, absurd, ham ve olgun buluyorum. Hepsi bir arada olunca nasıl da sası bir bulamaçsın.

 

Lütfen gider misin?